31 Oca 2009
by Alper AKPINAR
in Kültür, Müzik, Sanat, Serbest Yazı, Televizyon
Etiketler:31 Ocak, 7'den 77'ye, ali yazar veli bozar, alper akpınar, arkadaşım eşek, Ölüm, barish mancho, Barış Manço, dağlar dağlar, gülpembe, kol düğmeleri, Kul Ahmet'in ceketi, Müsaadenizle çocuklar, nick the chopper, sakız hanım ve mahur bey, sevgi
Bir 31 Ocak gecesi Türkiye’de yaşayan insanların çoğu dua ediyordu, çok uzun sürmedi, kaybettik Barış abimizi. Yıl 1999 idi. Daha topu topu 56 yaşında idin Barış abi. Üstelik yaşını göstermiyordun bile. Geride biri Doğukan, biri Batıkan, milyonlarca Türk çocuğu bırakmıştın üzülen. Sonra biz şarkını dinlerken sen dedin ki “unutma ki dünya hali, veren Allah alır canı”..biz de dedik ki “ben nasıl unuturum seni, can bedenden çıkmayınca!”
Seni yurtdışında “sebzeye meyveye şarkı yapan adam” olarak bildiler. Kim cesaret edebilirdi “Domates, biber, patlıcan” diye aşk şarkısı yapmaya, senden başka? Hapşırana ne verileceğini senin tariflerinden öğrendik hepimiz; “nane, limon kabuğu, bir tutam zencefil”. “7’den 77’ye” herkes severdi seni. Ispanak yemeyi, dişlerimizi fırçalamayı, arka koltukta oturmayı, asıl önemli olanın bir işi iyi yapmak değil de o işi yapabilme cesaretini göstermek olduğunu senden öğrendik. Çaba göstereni takdir etmeyi de.. Herkes 10 puan verirdi herkese..ve hepimiz şampiyonduk. Sen tanıttın bize dünyadaki diğer ülkelerde yaşayan insanları ve senden öğrendik aslında hepimizin ne kadar da aynı olduğunu. Senin sayende “memlekete nere” diyene “bu dünya benim memleket” diyoruz. Kul Ahmet’in neden Ahmet Bey olduğunu da, “ya nasip”in ne demek olduğunu da senden öğrendik. Neler öğrenmedik ki senden? Daha fazla
31 Oca 2009
by editor
in Deneme, Edebiyat, Serbest Yazı
Etiketler:adil, afrika, amerika, antarktika, asya, atlas okyanusu, avucunuza alın dünyayı, büyük okyanus, bomba, eşitlik, frıtına, hint okyanusu, iyi şeyler, kasırga, nükleer başlıklı füze, okyanus, pirinç, Savaş, silah, tayfun, tolga akpınar, tsunami, uçak, war, world in hands, yanardağ, yeryüzü
Avucunuza alın dünyayı, avucunuza alıp döndürün sağa sola, yukarıya aşağıya. Kıtalara değdirin parmak uçlarınızı, Amerika, Asya, Afrika, Antarktika, hepsi sizin… İstediğiniz kadar dokunun onlara. Sonra denizlerde yıkayın ellerinizi, sığmadıysa elleriniz denizlere, taşırıyorsa denizleri elleriniz, okyanuslarda yıkayın o vakit. Büyük Okyanus, Hint Okyanusu ve Atlas Okyanusu sizin…
Sonra isterseniz çıkarın dibindeki balıkları, deniz analarını veya köpek balıklarını, çıkarın en dipteki canlıları parmaklarınızla… Atlas Okyanusundan çıkarıp Hint Okyanusuna atın mesela…
Avucunuza alın dünyayı, taşıyın kıtalar üzerindeki insanları… Afrika’daki insanı Asya’ ya, Avrupa’dakini Afrika’ ya, Amerika’dakini Avrupa’ya, Asya’dakini Amerika’ ya taşıyın mesela…
Daha fazla
31 Oca 2009
by Erkan Mercan
in Aşk, Deneme, Serbest Yazı
Etiketler:Aşk, bu kalp seni unutur mu, erkan mercan, Hasret, kalp, kendini kandırma, O, rüya, sevda, sevgi, unutamamak, unutmak, vurgun, şarkı

Bir rüyanın sabahında ne yaptığımı bilmez halde buluyorum kendimi. “Unuttum” dediğimden beri 3 ay geçti. Ama unuttuğum O değildi. Vurgun yiyen gönlümün sesini kesemeyeceğim gerçeğiydi.
Bu aklıma geldikçe de kendimi kaybediyorum. Onu yitirmiş olmanın üzüntüsü deli ediyor beni. Tanınmaz hale geliyorum. Biliyorum. Sevmem lazım, içime sığmayan sevgimi birine vermem gerekiyor. Yalnız bunu söylerken de unutuyorum bir gerçeği. Kimseyi koyamayacağım yerine, onun gibi olmayacak kimse. Ona benzemeyecek. Onun gibi konuşup onun gibi gülmeyecek. Kimseye de haksızlık edemeyeceğim ona benzemiyor diye. Oyalayamayacağım başkasını. Biliyorum unutamayacağım onu ve belki de asla aşık olamayacağım bir daha. Daha fazla
30 Oca 2009
by Alper AKPINAR
in Aşk, Mektup, Serbest Yazı
Etiketler:alper akpınar, ayrılık yazıları, Aşk, aşık, çekip gitmek, duş, en güzel, hayat, hüzün, koku, love, melancholy, ninni gibi, platonik aşk, romance, ruhum kararıyor, sabah, sevgi, Sevgili, sevmek, son kez
Sabah kalktığımda gözlerimi sana açıyorum.Koku
n geliyor burnuma ansızın, mutlulukla uyanıyorum bu yüzden. Seni göreceksem o gün, hazırlanıyorum hemen. Duş alıyorum, en güzel kokuları sürüyorum üzerime, en güzel giysilerimi giyiyorum, saçlarımı tarıyorum, ki çoklukla anlamsızdır bu sonuncu. Evden çıkmadan bakıyorum son kez aynaya, yine de senin yanına yakışacak kadar güzel bulamıyorum kendimi, tüm kendini beğenmişliğime rağmen.
Sonra koşa koşa geliyorum sana, bayram sabahı uyanan çocukların heyecanıyla. Sen bilmiyorsun.
Bekliyorum seni, arıyorum seni, seni görmek için bahane arıyorum, seninle konuşmak için, belki her gün defalarca görüyorum seni. Yine de yetmiyor bana. Bazen yanıma geliyorsun, gözlerime bakıyorsun, gülümsüyorsun, yüreğimi eritiyorsun, bilmiyorsun. Daha fazla
30 Oca 2009
by editor
in Deneme, Serbest Yazı
Etiketler:öyle böyle, bambaşka, bembeyaz, beyaz, boyacı çocuk, ev, ev sahibi, evsiz, fotoğraf, gök, göz yaşı, hüzün, homeless, imaj, kar tanesi, kar yağıyordu şehrin üzerine, karton kağıdı, kestane satan adam, kış, saç, sakal, snow, snow and city, snow rain, sıcacık, sıcak, tolga akpınar, yaşlı adam, yer, yumruk kadar, yuva, şehir, İnsan, ıslak
Kar yağıyordu şehrin üzerine, öyle böyle kar değil yumruk kadardı bir kar tanesinin büyüklüğü… Ne kadar da güzel yağıyordu, bembeyaz ve kışın tüm güzelliğini ortaya çıkaracak şekilde… Yer ve gök aynı renkteydi, çam ağaçları ve gri kaldırımlar misafirini ağırlayan ev sahibi misali coşkularını renklerini parlatarak gösteriyorlardı.
Kar yağıyordu şehrin üzerine, yavaş yavaş ve yumuşak bir biçimde. En biçimsiz yapıların görüntülerini güzelleştirircesine… Halbuki daha az önce o binalar sevimsizlikleriyle şehrin görüntüsünü kirletiyorlardı. Sen nelere kadirsin kar….
Kar yağıyordu şehrin üzerine, belki de insanlar fotoğraf çektirsinler diye. Nedense karın altında çekilmiş fotoğraflar başka bir başkaydı, yani bambaşkaydı… Daha fazla
30 Oca 2009
by Emre Gürbüz
in Makale
Etiketler:2004, abdurrahman dereli, Avrupa, cafu, cannavaro, carragher, daniel alves, defans, emre gürbüz, evra, forvet, futbol, galatasaray, gökhan gönül, greece, hakan balta, hamit altıntop, inter, maicon, metin tekin, metzelder, ofansif, pepe, recep, recep çetin, roberto carlos, rıdvan dilmen, sarı fırtına, savunma, sağ bek, servet çetin, sivasspor, sol bek, takoz, terry, yunanistan, yusuf şimşek, zambrotta, zhirkov, şeytan
Sol bek… Futbolun en talihsiz, en kıytırık mevkiinin adıdır. Öyle bir yer ki, hem sol, hem de bek… Neyse biz bu arzuhalimizde sol bek kavramı ve bu kavramın mağdurlarının verdiği kutsal mücadele üzerinde duracağız…
Yunanistan, Avrupa şampiyonu olduğundan beri defans yapısının dört oyuncudan kurulması farz hükmünde vacip hüviyeti kazanmış, direktörler stratejilerini hep dörtlü defans düzenine göre kurmaya başlamışlardır. (2004’ten önce dörtlü defans yok muydu? Tabi ki vardı. Ama bunun bir trend halini alması bu tarihten sonraya denk geldi.) Önceleri sadece kıvrak çalımlar atabilen ofansif orta sahalar ve forvetler tanınırken artık defans oyuncuları da öne çıkmaya başladı. Öyle ki tarihte ilk kez, 2006’da, bir defans oyuncusu (Fabio Cannavaro) “yılın futbolcusu” oldu. Türkiye’de bile 90’larda ya da daha öncelerde Rıdvan, “Şeytan”; Metin Tekin, “Sarı Fırtına” gibi karizmatik lakaplar alırken Recep Bey ancak “Takoz” olabiliyordu. (Ha “Takoz bunun intikamını nasıl aldı?” derseniz, kendi kalesinin filelerini rövaşatayla havalandırarak…) Lakin “Takoz” Türk defansı da artık önem kazanmış, geçen sene şampiyonluğu kazandırdığı bile iddia edilen oyuncular türemiştir. (örn: Servet Çetin) Daha fazla
29 Oca 2009
by Alper AKPINAR
in Eleştiri, Kültür, Psikoloji, Serbest Yazı, Sosyoloji, Televizyon
Etiketler:alper akpınar, Hay bin Yakzan, Issız Adam, Küçük Prens, Lost, piyasa, Robinson Crusoe, ıssız ada
Bir gün bir uçak düşer ve olaylar gelişir. Bu kadar basittir aslında adına “Lost” dedikleri diziyi anlatmak, ya da değildir. Tam emin değilim. Kimsenin de emin olduğunu sanmıyorum. Her bölümde bir gizemi açığa çıkarıp elli yeni gizem ortaya çıkaran Lost beşinci sezonunda süzülmüş, “artık gizemler sona erdi, şimdi her şeyi anlatma zamanı” diyor sanki. Zaten dördüncü sezonu da gizemlerin çok olduğu bir sezon sayılmazdı. Açıkçası şu girişi okuyunca muhtemelen Lost dizisi hakkında yorum yapmaya devam edeceğimiz sanılabilir, ama biz başka bir şey yapacağız.
Lost, sadece Türkiye’de değil, onlarca başka ülkede de bir fenomen haline geldi. Bunun nedenleri, sonuçları filan bir tarafa, bir de Lost’un ortaya çıkardığı yeni bir pazar oluştu. Oldum olası şu pazar, piyasa sözcüklerinden hoşlanmam. Ama ne yapalım ki yaşadığımız çağın, içinde yaşadığımız düzenin bize zorunlu kıldığı şey piyasaya uyum sağlamak. Biz de doğal adaptasyonun bir sonucu olarak Lost piyasasına entegre oluyoruz, öyle ya da böyle..yanında ya da karşısında. Bahsettiğim şey sadece Lost ile ilgili ürünlerin satışı değil, “Lost’a benzer” diziler furyası da buna dahil. “Lost gibi” filmler, “Lost adasına düşsen yanına alacağın üç şey burada bulunur”, “Lost’ta en sevdiğiniz karakter kimdir” filan.. Geçenlerde kendime bu son soruyu sordum, anlamsız buldum. Kurgu bir dizideki karakterlerden birini neden diğerlerine göre daha fazla seveyim ki? Diyelim ki sevdim, bunun ne anlamı olabilir ki? Bu bilgi gerçek hayatta benim ne işime yarayacak yani?
Daha fazla
29 Oca 2009
by Erkan Mercan
in Aşk, Deneme, Mektup, Serbest Yazı
Etiketler:Aşk, öykü, Deneme, erkan mercan, gül, güzel, hikaye, his, imaj, itiraf, love, lovely, Mektup, mustafa, platonik, Psikoloji, sevgi, Sinestezi, staj, tesadüf, yazmak, Yazı, şans
Mustafa hayatında hiç tatmadığı bir duyguyu tatmak üzere uyanmıştı güne. Ama ne o bunun farkındaydı, ne de başkası. Bilmiyordu, bilemezdi o günün hayatının dönüm noktası olacağını..
Gayet sade, hatta yaşıtlarına nazaran daha saf bir görünümü olan Mustafa’nın ne bir aşkı, ne bir aşk bulma düşüncesi, ne de bir kızı etkileyebilecek hareket ya da cümleleri kurabilecek karakteri vardı.. Yalnızlık göbek adıydı, dahası yalnız kalmaya mahkûm bir yapısı vardı..
O gün, diğer günlerden farksız olarak iş yerinde çalışmaya başlaması gayet normaldi fakat biraz sonra kapıdan giren kişi Mustafa’nın değil günlük yaşamı, rüyaları için bile normal sayılamayacak güzellikte birisiydi..
“Merhaba, ben Gül!” diyerek elini Mustafa’ya uzatan kızın söyledikleri o anda Mustafa için sadece bir meleğe ait ses tonu gibiydi. Ne söylediği değil, hoş tınısı kaldı kulaklarında. Daha fazla
28 Oca 2009
by gonca akpınar
in Mektup, Psikoloji, Serbest Yazı
Etiketler:ay ışığı, Ağlamak, Ölüm, Özlem, Baba, gonca akpınar, Hasret, Hayal, hayat, Haykırmak, Hoşgörü, Küçük kız, korku, Mezar, my father, nur içinde yat, seni çok seviyorum, sevgi, Umut, şen kahkahalar, İnsaf
Şen kahkahalar atan, deli gibi oradan oraya zıplayan küçük kız yok artık karşında. Gözleri ay ışığında buğulanmış, yüreği kan denizinde yüzen bir zavallıyım artık.
Yıllar geçtikçe, törpülediğim umutlarımla karşındayım.
Bak törpüledikçe zamanla yok oldular. İnsafım, sevgim, hoşgörüm, merhametim belki de sana duyduğum özlem…
Sahi neydi onlar?
Hatırlamıyorum bile…
Hatırlamıyorum çünkü sen gittiğinde ben 7 yaşındaydım. Bütün hayallerimi, umutlarımı ve geleceğimi götürdüğünde tam 7 yaşındaydım baba..!
Daha fazla
27 Oca 2009
by sinestezi
in Deneme, Psikoloji, Sosyoloji
Etiketler:aidiyet, alper akpınar, Üşümek, dostlar, hüzün, kalabalık, korku, modern insan, modernliğin dikenli yolları, tanış olmayan yüzler, yabancılık çekmek, Yalnızlık

Korkularımızı üçe ayırırız, yabancılık çekmek altı şekilde olur, bilmediğimiz şeyler dört ana başlıkta incelenir, ama yalnızlık birdir. Modern insanın her şeyi formüle dökme çabası işlemez yalnızlığa. Yalnızlık yalnızlıktır, ansızın gelir, hissettirmeden gider, ya da biz öyle hissederiz.
Pusu gibidir yalnızlık, siz koştuğunuzu zannederken birden takılır ayağınız, sarar sizi ağıyla. Hüzne boğar, uykuyla sarar, bitkinlikle uyutmaz. Kalabalıklar içindesinizdir, milyonların içinde.. Sokakta yürüyemezsiniz belki kalabalıktan, tanış olmayan yüzler yollarınızı keser. Okulda olursunuz, iş yerinde, otobüste, evde.. Sizin gibi olmayan insanlar da sizin gibi yapyalnızdır kalabalıklarda.
Orda bir köy vardı eskiden, bizim köyümüzdü, gelmesek de gitmesek de bizim köyümüzdü. Şimdi o köy de en az bizim kadar yalnız ve en az bizim kadar sahipsiz. Öldü köyler ve biz kalabalıklar içinde, kalabalığa karışmadan kendimiz olmaya çabalıyoruz, yapyalnız kalıyoruz, bu yalnızlığımızı ancak kendimiz görüyoruz.
Daha fazla
27 Oca 2009
by gonca akpınar
in Serbest Yazı, Sosyoloji
Etiketler:çiçekler, balıklar, blue sea, gonca akpınar, hayal etmek, kelebek, lüks, martı, mavi deniz, mis kokular, ocean, okyanus, uçsuz bucaksız
Bazen sorarım kendi kendime; eğer şu anki halimde olmasaydım ne olmak isterdim diye..
Böyle bir lüksümüz yok elbet ama hayal gücü bu ya düşünüyorum.. Uçsuz bucaksız mavi denizlerin üzerinde uçan bir martı mı, yoksa yarın öleceğini bile bile rengarenk çiçeklerin mis kokularına kendini kaptırmış hiç durmadan özgürce uçan ve bugünün keyfini çıkaran harika bir kelebek mi? Ya da derin okyanuslarda salına salına yüzen kocaman kırmızı bir balık mı ?
Hepside çok cazip geliyor öyle değil mi? Hep kendimiz için en iyisini, en güzelini istiyoruz.Martıların en güzeli olmayı, çiçeklerin en güzel kokanını ya da küçük bir gölde değil de koskoca bir okyanusta olmayı… Hep uç noktaları, hep zirveleri istiyoruz. Küçük balık değil de hep en büyüğü olmak istiyoruz. Yenilen değil hep yenen belki de olmak istediğimiz. Şimdi etrafınıza bakın ve düşünün.. Daha fazla
27 Oca 2009
by Emre Gürbüz
in Haber, Makale
Etiketler:2009, 24 Ocak, Arda, Arda Turan, Ümit Karan, Balili, Bilica, Emre Aşık, emre gürbüz, futbol, galatasaray, Herve Tum, Kewell, Lincoln, Makale, Mehmet Yıldız, Musa, Sinestezi, sivasspor, Skibbe, spor, Turkcell Super Lig, yorum
Yine bir muayyen zaman, yine bir derin paradoksi, yine bir “yaklaşma-yaklaşma çatışması…” Kendimi bildiğimden beri tuttuğum Galatasaray, kendimi bildiğimden beri yaşadığım Sivas’a gelmiş, ben hangisini tutacağım, ne halt edeceğim? Bu sefer ilk defa Sivas yensin istedim… Niye? Bilmiyorum… Sivas yensin…
Maçı stadda izlemenin bir mantığı yok, çünkü Kewell da Lincoln de gelmemiş. 4’erden 8 liraya kıyıp kahvede izlemeye başladık ve Sinestezi için şu notları aldık:
- Yeni keşfettik ki; Sivas tamamiyle fizik üstünlüğüne önem veririmiş. Sahada, Musa dışında bir tane güçsüz adam yok. Futbol tekniktir evet ama teknikle sonuca gidilmez demiş, Bülent. Sırf güç… Misal; Herve Tum’dan Kurban Bayramı’nda 7 hisselik et rahat çıkar. Bilica sırım gibi oğlan. Yalnız Musa işte… Musa demek sinekten doymamış yağ çıkarmak demek. Her neyse, bu maçta fizik üstünlüğü kesinlikle Sivas’ta. Daha fazla
26 Oca 2009
by editor
in Felsefe, Makale, Serbest Yazı, Sosyoloji
Etiketler:Abraham Maslow, ahlak, Ben oldum, dürüstlük, Абрахам maslow, Силу, Честность, Этика, eşitlik, fazilet, honesty, humanity, I am i, kategorize, Maslow Hiyerarşisi, maslow теории, Maslow Theory, morals, Sinestezi, Sosyoloji, tolga akpınar, virtue, İhtiyaçlar Hiyerarşisi, İnsan
Abraham Maslow`un ihtiyaclar hiyerarşisinde bulunan ihtiyaçlardan
4`üncü ve 5`inci ihtiyaçları da giderilen insanların bir kısmının sahip olduğu statü`nün aldatmacasına inanarak çevresindeki diğer insanlara yukarıdan bakma durumlarıdır “ben oldum” demek. “Ben oldum” deme noktasına gelmiş insanlardan bir kısmının “olmak” kavramının anlamını gerçek anlamda kavrayamamaları hasebiyle diğer insanlardan ayrılmaları gerekir. Bu kişiler sonradan edindikleri yetki ve makamı kişisel tatminleri için kullanırlar. Diğer insanların kendilerinden aşağı bir seviyede olduğunu düşünürler. Evet doğrudur, diğer insanlar belki ihtiyaçlar hiyerarşisini baz alırsak o kişinin seviyesine erişememişlerdir, ancak “insan” olmaları nedeniyle ihtiyaçlar hiyerarşisi’ nde üst sıralarda bulunanlardan aşağı kalır yanları da olamayabilir. Çünkü genelleme yapmak bazen haksızlık etmektir.
Daha fazla
23 Oca 2009
by Ahmet A.
in Deneme
Etiketler:başka, Cinayet sabıkası, düşünen adam, delilik, Deneme, Garipsenme, kaygı, manyak, ruh hali, Sinestezi
Kendi kendine konuşmayacak kadar deli oldu insanlar. Fark edemiyorlar ki kendilerini… Bir tek kişiden ibaret zannediyorlar kendini. Bir insanın kendisi vardır, bir de konuştuğu kendisi halbuki.
Cinayet sabıkası kabarmış, her türlü günaha bulanmış kendi kendisiyle konuşmayan akıllı manyakların çağında kendi kendine konuşmanın delilik olduğunu söylüyorlar. Varsın, söylesinler… Siz, onların bütün gün kendisiyle konuşmaya çalıştıklarını bilmezsiniz. Ama konuşamazlar, zira karşısındaki kendisini dinlemeden konuşmaya koyulurlar, iletişim değil iletim hâlidir onlarınki. O deli dedikleri insanlar, içindeki konuşmalara ses veriyor sadece, hem kendisinin hem de başkasının duyabileceği perdeden dürüstçe, kendince… Garipsenme kaygılarını bırakıp gerçekten insan olmak, bir bütünün içinde hücre olmamaktan başka amaçları yok onların…
Daha fazla
23 Oca 2009
by editor
in Ekonomi, Makale, Tarih
Etiketler:1929 Krizi, 2.dünya savaşı, amerika, Aşar, Ağnam, Birinci İktisat Kongresi, economy, Ekonomi, Gümrük Politikası, ihracat, ithalat, Krizler Tarihi, Lozan Antlaşması, Mustafa Necati, Osmanlı İmparatorluğu, Reji İdaresi, resession, Sanayi, Sinestezi, Tarım, Türkiye de Ekonomik Krizler, Temettü Vergisi, Teşvik-i Sanayi, Ticaret, tolga akpınar
ÖNEMLİ UYARI: LÜTFEN AŞAĞIDAKİ YAZIYI KAYNAK VE YAZAR İSMİ BELİRTMEDEN BAŞKA BİR PLATFORMDA YAYINLAMAYINIZ! HER HAKKI SAKLIDIR!
Osmanlı İmparatorluğu siyasi yapısını da ekonomiye yansıtmıştı. Yönetimde
tek merkezli bir yapıya sahip olan imparatorluk ülke ekonomisi ve sermayesini de denetiminde tutuyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nda Avrupa’dakine benzer büyük sermaye sahipleri yoktu. İmparatorlukta otoritenin kutsallığı ekonomide de baskındı.
Toprağı ancak devlet verirdi ve karşılığında belirli vergiler alırdı. İmparatorluğun yıkılmasından sonra kurulan genç Cumhuriyet de yukarıdaki etkenlerden zarar gördü. Cumhuriyet kurulduğunda piyasadaki hakimiyet Osmanlı zamanında verilen kapitülasyonlar nedeniyle yabancı ülkelerin elindeydi. Ülkedeki iş hayatını azınlıklar yönetiyordu. Savaş sırasında bu azınlıklar sınır dışı edildiler veya Milli Sınırlar içinde olmayan Türk soydaşlarla mübadele edildiler. Dolayısıyla sadece tarım ve hayvancılıktan anlayan, kalifiye olmayan Türk soydaşlar azınlıklardan boşalan işgücü açığını dolduramadı. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü sonrası kalan yabancılara ödenmesi gereken borçlar vardı. Ülke yeni bir savaştan çıkmıştı.
Daha fazla
22 Oca 2009
by Alper AKPINAR
in Aşk, Bilim, Deneme, Mizah, Psikoloji, Sağlık
Etiketler:abur cubur, alkol, alper akpınar, Aşk, aşık, çok bilinen bir deyim, erkeğin kalbinin yolu midesinden geçer, evrensel, hayal kırıklığı, isviçreli bilim adamları, kilo alma, kilo verme, metabolizma, Sinestezi
Çok bilinen bir deyim vardır; “erkeğin kalbinin yolu midesinden geçer.” Bunun yanında aşkı tarif ederken “midemde kelebekler uçuşuyor” da denir ki ikincisi daha evrenseldir. Yani şu bellidir ki; aşk mideyi feci derecede etkiler. Midemizle hissederiz aslında aşık olduğumuzu, maşuku görünce birden harekete geçen midemizle.
Kilo alma ve kilo vermenin de aşık metabolizması ile yakından ilişkisi vardır. Aşık insan yemek yiyemez, kilo verir hızla. Bu yüzden fazla kilolu olanlara aşık olmaları tavsiye ediliyor İsviçreli işadamları tarafından (hayır, bilimadamları değil.) Aşık insanın aklına açlık gelmeyeceği için, karnını doyurmaya da uğraşmıyor. Zaten midesinde o garip his hep varolduğu için, açlığı o garip histen ayıramayarak açlığının farkına varmıyor.
Gelgelelim, aşk sadece kilo vermeyi kolaylaştırmıyor. Hatta şöyle söylemek daha doğru olur; aşk insana kilo da aldırır, kilo da verdirir. Üstteki teorimizi geliştirelim şimdi;
Daha fazla
22 Oca 2009
by Erkan Mercan
in Deneme, Mizah, Serbest Yazı
Etiketler:ahali, çoban, fasulyenin faydaları, fatih canavaroğlu, hikaye, köylü, koyun, kurt, kıssadan hisse, lades, Mizah, Sinestezi, yalancı
Ben çok bilindik hikâyeleri kafama göre yeniden anlatmayı çok severim.
Zamanın birinde, bir köyde bir çoban yaşarmış. Sivri akıllı bir çobanmış bu, bir gün köylüyü işletesi gelmiş. Köy halkının toplu bulunduğu bir anda;
-Ey ahali, sürüyü kurt bastı. Koşun yetişin! Koyunlarım elden gidiyor diye imdat bilenmiş.
Bunu duyan köylü, eline taş, sopa, sapan, elektirikli testere ne aldıysa olay yerine koşmuş. Koşmuş koşmasına da bakmışlar ki otlak ta koyunlar masum masum otluyor. Etraf da kurt falan yok…
Çoban çıkagelmiş:
-Kandırdım, sizi. Lades işte. Zıt Erenköy. Nabersiniz? Mor oldunuz di mi? He he geri zekâlı herifler sizi… Daha fazla
21 Oca 2009
by liladee
in Deneme
Etiketler:aile, ayin, ayşegül engin, Aşk, çocuklar, hayatın tadı, hediye, ilişkiler, image, imaj, kadın, marka, mavi kan, Modernizm, postmodern, Sevgili, Sinestezi, şehirler
Kafamda yazılan “reçete” şudur:
Modernizmin Camii kapısına bıraktığı bazı “getirileri” bünyeden henüz hiçbir güç götürememiştir. Yani, zamanı ve mekanı parçalamaktan kendine “hediye edeceği” tek dakikası kalmaz elinde. Her şey çok hızlı, çok düzenli olmalıdır. İş, şehirler, sevgili, aile, hatta çocuklar bile zaman için sıraya girer. Hepsinin “zamanı” vardır. Program dahilinde yürümesi gerekir her şeyin. Çünkü artık, kariyer zamanıdır, başarı zamanıdır ve hayatın her dakikasına bir aktivite sığdırma zamanıdır.
Ama diğer yandan, modernizm sürecinde sürüne sürüne öyle bir hale gelmiştir ki bu insan evladı, sonunda dünyayı, kendisine sunulan imajlar dışında anlayamaz, anlamlandıramaz. “Hayatın tadı” vardır artık misal. Özeti şudur: Artık “imaj” önemlidir. (Modernizm fonksiyona yöneliktir. Süsler, karmaşalar ve bin tane anlam yüklenen her ne varsa terk edilmiştir zamanında. Aslında gerçek anlamda “Modern İnsan”: Sadedir.)
Daha fazla
21 Oca 2009
by sinestezi
in Mektup, Serbest Yazı
Etiketler:aliyevic Владимир, Baykonur, brunch, Canlı Yayın, Celebrity, Couchepin Lindenberg, Осман Йоргенсен, знаменитость, знаменитый человек, порнография, Ο Οσμάν jorgensen, Jurgen Jorgensen, Live, с. известность, Osman Jorgensen, Röportaj, Romano Yazar, Sinestezi, Sinestezi E Dergi, Space, Tv, Uzay Turizmi, Vladmir Aliyeviç, İsviçreli Bilim Adamı, عثمان جورغنسن
Dünyanın her yerini gezdim diyebilirim. Ayak basmadığım kara parçası varsa da, mutlaka havadan görmüşümdür o yöreyi. Dünyanın ne kadar küçük olduğunu havada anlıyor insan. Havadayken hep istediğim şey, jetimle atmosferden çıkıp uzayı turlamak… Bizden başka canlıların olduğunu da bildiğim için onlarla diyaloga geçmenin hayalini kurdum hep. Artık uzay filmleri kesmez oldu beni…
İsviçreli bir bilim adamı olan arkadaşım Prof. Couchepin Lindenberg’ e bir brunch esnasında bu hayalimden bahsettiğimde bana bu hayalimin gerçekleşmesinin çok da zor olmadığını söyledi. Tabi ben de önce şaşırdım ve “Nasıl Couchepin?” diye sordum…
Daha fazla
20 Oca 2009
by sinestezi
in Makale, Serbest Yazı
Etiketler:a human what can for the world, Africa, Afrikaan, america, asia, diario de ferrol, diego velázquez, В области прав тех, которые могут в мире, Europe, globe, human, μια ανθρώπινη τι μπορεί για την παγκόσμια, key, Monica Farro, monopoly, news, niagara falls, Sinestezi, tolga akpınar, يك انسان چه مي تواند براي جهان, world, İnsan, בן אנוש מה שפחית לעולם, حقوق الإنسان وما يمكن للعال
Hep bunu düşünmüşümdür; Bir insan dünya için tek başına ne yapabilir? Bir
insan tek başına dünyayı güzel, yaşanılır ve temiz bir yer yapabilir mi? Ya da bir insan tek başına dünyada barışı etkin kılıp, çocukların ölmemesini sağlayabilir mi? Bir insan Afrika` da, Asya` da ve dünyanın bir çok coğrafyasında açlığa çözüm bulup insanların karnı tok yaşamasını sağlayabilir mi?
Peki bir insan tek başına kadınlara, çocuklara ve yaşlılara uygulanan şiddete engel olup onlarında insanca yaşamasını sağlayabilir mi? Bir insan sömürgeleştirilen ve adeta birer köle haline getirilen halkları emperyalizmin para hırsından kurtarabilir mi? Bir insan, insanların özgürce ve demokrasinin tüm nimetlerini kullanarak yaşamalarını sağlayabilir mi?
Daha fazla
20 Oca 2009
by Erkan Mercan
in Kültür, Makale, Müzik, Sanat
Etiketler:2003, 2004, 2006, 2007, 2009, Athena, Avrupa, Crazy For You, dans, Düm Tek Tek, Deli, dinle, Duman, erkan mercan, Europe, Eurovision, Eurovision Song Contest, Everyway That I Can, For Real, Hadise, hadise düm tek tek izle, hadise düm tek tek video, Hadise video izle, izle, Kenan Doğulu, klip, lyric, lyrics, Sertap Erener, Shake it up şekerim, Sinan Akçıl, Sinestezi, Song Contest, Türkçe, TMF, TMF Awards, video, Yarışma, yılbaşı, şarkı sözü, İngilizce
Son yıllardaki başarılarımızdan sonra daha bir heyecanlı bekler olduk Eurovision Şarkı Yarışması’nı. 2003 yılında Sertap Erener’in Everyway That I Can ile birinciliği, arkasından 2004 yılında Athena’nın For Real ve 2007 yılında Kenan Doğulu’nun Shake it Up Şekerim ile ilk beş içinde, bunun dışında 2008 yılında Mor ve Ötesi’nin Deli ile ilk on içinde kendilerine yer bulmaları bizleri başarının aslında çok uzakta ya da imkansız olmadığına inandırdı.
2009 yılına girmeden önce TRT açıklamıştı “Bizi Hadise temsil edecek..” diye. Hadise Avrupa’da tanınmış bir sanatçımızdı ve dillerden düşmeyen şarkıları ile gönlümüzde taht kurmayı başarmıştı. Bu işi de hakkıyla yapacağına kimsenin şüphesi yoktu. Ama nasıl bir şarkıyla karşımıza çıkacaktı? “Türkçe mi olsun, İngilizce mi?..“, “Bizi mi yansıtsın yoksa Avrupaya mı hitap etsin?..” gibi sorular ortada dolanmak için çoktan hazırdı.
2008 yılının son günleri Eurovision adına sadece bu soruları sormakla geçip gitmiş, 2009’a merhaba diyeceğimiz gün TRT Hadise’nin seslendireceği şarkıyı seçti. Olayın bu safhasını şarkının sahibi Sinan Akçıl bir röportajda şöyle anlatıyor: Daha fazla
19 Oca 2009
by Alper AKPINAR
in Serbest Yazı
Etiketler:alper akpınar, Üşümek, cold, hüzün, kedi, Kuş, serçe, sevgi, Sinestezi, sparrow
Balkondan bakarken gördüm, üşüyordu. Tüylerini kabartmış, kendine sıcak
bir yer arıyordu. Şimdilik sığındığı yer rüzgarın pek de esmediği bir duvar kenarıydı. Ağaçlar gözükmüyordu pek balkonumdan. Kuş da yoktu pek ondan başka.
Yıllar evvel, ben küçücükken, ağaçlarda kuş yuvaları görürdüm, ve hangi ağaçta olduğuna, yuvanın şekline bakarak ne yuvası olduğunu tahmin ederdim. Bilemezdim pek, ama yine de bir sürü kuş yuvası vardı, bir sürü kuş vardı; sığırcıklar, serçeler, kırlangıçlar, kimisi ala kimisi kara kargalar, çalıkuşları…
Daha fazla
19 Oca 2009
by liladee
in Deneme
Etiketler:ayşegül engin, dünya, en asil duyguların makinası, galaksi, gezegen, Isaac Asimov, kıssadan hisse, robot, Sinestezi
Asimov bu konuya kafasını bir hayli takmıştır. Dünya’dan başka gezegenlere ilk yerleşenlerin en vefalı yardımcıları robotlardır. Bir gezegeni, daha o gezegene insan adım atmadan adam eden onlardır. Kişi başına düşen robot sayısı, gelişmenin en bariz örneğidir.
Ve fakat, bu insanlar her riskli işlerini robotlara havale ettiklerinden, hatta çocuklarının bakımını bile dadı robotlara bıraktıklarından, kendilerine kalan o bol zamanda yaşamlarına yaşam katacak işlerle meşgul olurlar. Sonunda bilim teknoloji tıp vs.. öyle bir hale gelir ki, yaşamları çıkar kemiksiz 300 yıla.. Dünya yılları hesabıyla.
Sorun yok gibi duruyor değil mi? Adamlar 300 yıl yaşıyor, her işlerini robotlar görüyor. Hani utanmasalar robotlarla “seviyeli birliktelik” bile yaşayacaklar.
Daha fazla
18 Oca 2009
by Erkan Mercan
in Deneme, Serbest Yazı
Etiketler:Aşk, bahar, his, love, lovely, sensation, sevgi, Sinestezi, spring
Dün hava o kadar manidardı ki, toprağa düşen her yağmur damlası sanki buruk bir baharın çok da uzak olmadığını haykırır gibiydi. En azından benim onlardan duyduğum buydu. Geride kalanlar benim için hep kırık kalpler, boşluğa uzanan ayrılıklar, yakınlarımın vefatı ve kaderin cilvesine bakın ki kendi hayatımın raydan çıktığı melankolik aylar olarak hafızalarımda hala…
Duyguların en yoğun yaşandığı mevsim olarak bilinir bahar. Aşkın, mutluluğun, kinin ve nefretin, kısacası bütün kalbi duyguların en çok alevlendiği aylardır. Tabiatlarında mı vardır bilinmez, ama kadınlar bu aylarda erkeklere oranla daha çok etkilenirler. Aşık olurlar yada olduklarını sanırlar. Daha çok aşk acısı çekerler ve iliklerine kadar bunalıma gömülürler. Bu aylar için kadınlar arasında konuşulan en yaygın konulardan birisi de kendilerinin bu aylarda daha çok aşık olduklarını sanmalarıdır.
Daha fazla
17 Oca 2009
by sinestezi
in Felsefe, Makale
Etiketler:5, Ölüm, Beş Dakika, Düşünmek, death, five minute, gece, hayat, nice, Sinestezi, tolga akpınar, toplum, yaşam
Ölümlü olmanın verdiği özgüvenle, ölümün ne zaman nasıl geleceğini bilmeyen canlılar olarak, kendimizi ölüme alıştırmak için yapmamız gereken aktivitedir. Ölüme hazırlıklı mıyız? Öldükten sonra bizi neler bekliyor? Acaba yaşama sebebim neydi, ben yaşamanın anlamını kavrayıp, gerçekten de düzgün yaşayabildim mi, ben öldükten sonra yakınlarım, arkadaşlarım benim boşluğumu hissederler mi, yeri kolay kolay doldurulamayacak biri olabildim mi, ben ölürsem çevremdekilerin hayatında neler değişecek gibi soruları kendisine yöneltmelidir insan… Cevap bulamazsa da yöneltmelidir. Bu aktivite insanı olgunlaştıracaktır…
Daha fazla
17 Oca 2009
by Erkan Mercan
in Aşk, Serbest Yazı
Etiketler:Aşk, beni yeniden yaz, erkan mercan, love, romance, sakar, sevgi, Sevgili, Sinestezi, story, ungainly, yanlış bir öyküdeyim

Tuhaflıklar hep beni mi bulur bilmiyorum. En olmayacak şeyler başıma gelir. Kaç kişi arabasının stepnesine güvenirken iki tekeri patlamış olarak yolun ortasında kalır ki? Ya da hangi insan evladına nasip olmuştur sağır komşusu tarafından fazla gürültü yaptığı iddiasıyla uyarılmak… Bir çok insanın başına gelebilecek şeyler de vardır tabi fotokopi çekeceği sırada makinedeki kağıdın bitmesi, market kasasında sıra geldiğinde yazar kasanın fişinin bitmesi, kullanılan asansörün arızalanıp iki kat arasında kalması gibi.
Daha fazla
16 Oca 2009
by sinestezi
in Aşk, Şiir
Etiketler:alper akpınar, ateş, Aşk, Ölüm, death, die, fire, love, lovesickness, romance, sevgi, Sinestezi, yar
Demir, pas,
İs, tuz,
Ölüm, yas,
Saz, kopuz,
Aşk!
Yara et bedenimi, kes kör bıçağınla
Kanat, kanat, tuz bas yaralarıma
Yak sonra bedenimi, gözlerime mil çek
Yüreğimi sensizlikle acıtma bir tek!
Daha fazla
Previous Older Entries
SON YORUMLAR