Küçük bir belde ki her yer yeşil. Penceremde orman. Arzu edilen yer farklı bir mekana geçiş, mekandaki rahatlığı bulma çabası, maneviyatındaki genişleme. Ve bir gülümseme.. Yakup, Belde’nin delisi. Kola ve turşudur en büyük mutluluğu. Delirmesi ve yine bir kızın bırakması, hastane bahçesinde “Hey onbeşli” diye başlaması.
Hiç düşünmemiştim, insan nasıl deli olur? Anladım ki daha çok düşünecektim insanı ve doğayı (alternatif de yoktu zaten).. Gece-gündüz, yer-gök aynıydı nasılsa. Beldenin nabzı atmıyordu ama sessizlikte acı vardı. Gençlik ve yalnızlık sindirerek yaşatıyordu her bir kareyi.
Ekip hazırlanır siren çalar giderim duvarları arasında bir santim boşluk olan tomruk eve. Teyzem başlar “İstanbul’dan çocuklarım gelecek, beni tedavi ettirecekler”.. “Evet..” derim, “gelecekler..” Bir soğanı vardı dolabında bir de ilacı…
Beynim durur mu? Hep konuşur.. Kurtardığımız hayatların kaç tanesi kurtarılmayı gerçekten istiyordu? Ama her insan hakeder mutlaka kurtarılmayı…
Böyle muhteşem bir doğada acı ne arasındı? Ama vardı ve herkesin acısı kendisine biricikti.
Nietzsche ümitsizliğini tedavi ettirebilmiş miydi? (Birileri “evet” desin)
Şehrin ışıklarıyla gelen maskeleri, yozlaşmaları çıkartırken hayatımdan, bu yalınlık, doğallık, sessizlik ümitsizliğimi çağırıyordu. Kavramlarım vardı. Anlamak.. Farkındalık.. Görmek.. Diyordum çevremdeki canlıyı-cansızı ama bilmiyordum artık daha az gülebileceğimi. Diğer ben yine susar mı? Bağırıyor içimde.. Yaşadığı herşeye değer insan.. Herşeye değer..
Derya KOŞAR
Mar 13, 2009 @ 21:36:53
evet..
hoşgeldin :)
Mar 13, 2009 @ 22:21:02
teşekkürler:)
MERHABALAR…
Mar 18, 2009 @ 23:10:26
herhangi bir şeylerin bahanesi olmadan,yaşamakla işe yarıyor olmanın güzel bir örneği…
benim çok hoşuma gitti.