Pek de ıssız olmayan bir adamın pek de ıssız olmayan hikayesi


69258301Bu sıralar hepimizin diline “Anlamazdın, anlamazdın / kadere de inanmazdın” sözlerini dolayan Issız Adam’ı geç de olsa izledim. Filmin ‘90’lar Türk sinemasındaki “vasat-fakat-seyredilse-bir-şey-kaybedilmez” tarzının örneklerinden biri olduğuna dair bir ön yargım vardı, bu ön yargımı pek de haksız çıkmadı. Zira filmin popüler sinemamıza hakim olan “popülerin popüleri” üslubundan hiç de ayrılır yanı yoktu.

Dikkat, bu yazı filmin içeriğine dair bilgi içermektedir!

Bir aşk hikayesi anlatılıyor Issız Adam’da… Zengin bir restoran sahibi olan Alper, hanım kızımız Ada’yla bir kitapçıda karşılaşınca hayatının aşkını buluyor. Her zamanki gibi kızımız ilk önce –pek de uzun sürmeyen- bir naz yapıyor, daha sonra olaylar gelişiyor. Evet, konu ve gidişat klişe… Ama asıl eleştirdiğim bu bile değil. Sorun, filmin oldukça zorlama ve yapay olması. Zorlama, çünkü filmin senaryosu ve gidişatı zorlama bir tümden gelim mantığıyla işliyor. Bir ilişkide olması gereken unsurların listelenip filmin bir köşesine sıkıştırılmaya çalışıldığı, bunun da basit yollarla yapıldığı bir film bu. Zira çiftimizin ne kavgalarının, ne sevişmelerinin, ne ayrılıklarının altı doldurulmuş. Son derece duygusuz sahneler izliyoruz. Kavgaları, barışmaları, sevişmeleri, ayrılıkları televizyonda görebileceğimiz herhangi bir aşk dizisinden farksız olarak neredeyse jet hızıyla birbirini takip ediyor.

281120081409291861552_21Çiftin ilişkisinde hiçbir tutkunun izine rastlamamamızın filmin en büyük handikabı olduğunu söyleyebiliriz. Bu yönden bakılınca filmin ağlaklığına dair yorumları anlamak güçleşiyor. Ben ise şunu soruyorum: İzleyici, bir filmde aşkın ardından gelen ayrılığa neden ağlanır? Yaşananın fırtınalı bir aşk olduğunu hissediyorsak ağlayabiliriz, yaşananın büyük zorluklarla, büyük baskılarla yaşanan bir aşk olduğunu biliyorsak ağlayabiliriz. Bu tür aşk filmlerinde, hüzün duygusunu yönetmenin bahsedilen türden bir “sıkışma duygusu”nu yaratabilmesi ölçüsünde hissederiz. Örneğin Ömer Kavur’un “Kırık Bir Aşk Hikayesi” filminde kendi mutluluğu için başkasının mutluluğunu hiçe sayan toplum eleştirilir, birbirine aşık çift mahalle baskısıyla ayrılmak zorunda kalır. Bu filmi izleyenler, fondan kemanlar çaldığı için değil, olayın gerçekçi olması ve duyguları bire bir yansıtması sebebiyle gözleri dolar, ağlar. Zeki Demirkubuz’un “Masumiyet”inde ise yıllarca bir fahişenin peşinden koşan Bekir’in mantıksızca da olsa bir aşkın peşinden neden koştuğunu belki anlamasak da hissederiz. (Gerçi Issız Adam gibi bir örneği Türk sinemasında marjinal kalan bu filmlerle karşılaştırmak belki garip durabilir ama nitelikli bir popüler sinema örneği de bahsedilen duyguları vermekte pekala geri kalmayabilirdi.) Issız Adam’da bizi sıkıştıracak, boğazımıza düğüm atacak bir öykü yok, dolayısıyla hüzünlenmemiz için tek sebep, filmin müziği. Filmdeki boşluğu kurtarabilecek tek öğe olduğu için Çağan Irmak’ın bolca müzik kullandığını görüyoruz, yönetmen bu sayede kısmen amacına ulaşmış.

Issız Adam’ın bu tür zorlamaları, kaçınılmaz olarak yapaylığı da beraberinde getiriyor. Sinemanın “doğal yapaylığı” değil bu, açıkça sırıtan bir yapaylık. Melis Birkan’ın kötü oyunculuk performansı ve eğreti diyaloglar da maalesef yapaylığa eşlik ediyorlar.

Velhasılıkelam, bu filmden sonra şunu diyebiliriz ki, Türk sinemasının popüler kanadında nitelikli işler çıkarılması için bizim daha çok beklememiz, yönetmenlerin ise seyirciye güvenerek en azından birazcık daha üslup çıtasını yükseltmesi gerekiyor. Bence onların zincirlerinden başka kaybedeceği bir şey yok, birkaç yüz bin seyirci bile.

Ahmet A.

1 Yorum (+add yours?)

  1. Cem Kaya
    Şub 11, 2009 @ 08:51:40

    Altına imzamı atarım.

Yorum bırakın