Dil Komedisi


“Forum dili ve edebiyatı”nın artık akademik bir hâl aldığı şu yıllarda, her önüne gelenin bir filolog olması da yadırganacak bir hâl olmasa gerek. İnternetin “aliyulâlâ”larla dolu bir alan olduğunu gördükçe de Farabi’ler, Galile’ler, İbn-i Sina’lar artıyor diye umutlanıyor; fakat eşsiz bir cehaletin muhasarasında olduğumuzu anlayınca utanmaya başlıyorum.

Evet…”Bir milleti yok etmek istiyorsanız, önce onun dilini yok edin.”. Bu saçma sava karşı son derece akademik bir tepki veriyor ve en kibar yanımla: “Hadi be!” diyorum. Bu sözün bir ayet kesinliğinde olduğunu ise, bu söze büyük bir imanla bağlı olan ve bu saçmalığı dilinden düşürmeyen skolastik beyinlerin varlığından anlıyorum.

Tarihte; yok edilmek istenen bir milletin, dilinin yok edilmesi diye bir olay asla vuku bulmamıştır. Zaten ekonomik bir yok ediş yöntemi de değildir bu. (Rivayetlere göre bu sözün sahibi de Konfüçyüs’müş. Eğer gerçekten Konfüçyüs söylemişse bu sözü, kusura bakmasın ama, kendisine karşı bütün saygımı yitirmiş bulunuyorum.) Bu sözün ekonomik olmadığı gerçeğini nereden anlıyoruz peki? Eğer uygulanabilir, mantıklı ve akıllıca bir yöntem olsa idi insanlar “jenosit” diye bir kavramı asla geliştirmezlerdi. Bir milleti yok etme konusunda Hitler’in, Konfüçyüs’ten çok daha ekonomik ve pratik bir yöntem bulabileceği gerçeğini kabullenmek istemiyorum, ne yalan söyleyeyim.

Bu sözdeki diğer bir mantıksızlık ise, dünyadaki hiç bir insani gücün dile müdahale edemeyeceği gerçeğidir. Bu bilgiye sahip olmak için 150 iq’ya da gerek yoktur, derin bir dilbilgisine de. Zira cümleyi ögelerine ayırabilen herkes bilir ki; dil, kendi yolunu bulur. Sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi sebepler çizer bu güzergahı. (“Eee…bu sebepleri de insanlar belirler.” diyenler de gayet tabii çıkabilir. Fakat bu “çıkabilenler”in, bu sebeplerin ve şartların “kasten, taammüden, kerhen” yaratılamadığını da düşünmeleri gerekir. Çünkü hiç kimse “Ben şöyle bir kültür oluşturacağım.” diye bir çalışma başlatamaz.)

“Diline sahip çık” gibi bir mantık da olamaz. Bu telkini dile getirenlere “Gözüne ışık tutayım; ama gözbebeğin küçülmesin.” demek isterdim. Dil, sahip çıkılacak bir kavram da değildir. Sahip çıkılacak bir kavram olsaydı da insanın buna gücü yetmeyecekti, sebebini yukarıdaki parantezde* de açıkladım.

Velhasıl, dilin tek bir görevi vardır: iletişimi sağlamak. Dilden başka bir şey beklenmemelidir. Ve iki insan sorunsuzca anlaşabiliyorsa, dil de sorunsuz demektir. “Nbr?” diyen birisi “ii u?” diye cevap alıyorsa ve bu şekilde gelişen bir diyalog sorunsuzca ilerleyebiliyorsa, herhangi bir sorun gözükmemekte. (Yine, “İyi de önemli konularda bu dille nasıl anlaşacağız ki?” diyenler de çıkabilecektir. Bizim, bu tür bir dilin, çok kompleks konular konuşurken de kullanılabileceği iddiamız yok. Zaten “Nbr?” diyen bir insan; imkânsız aşkını anlatırken, ne bileyim işte felsefi görüşünü açıklarken, yeniden sözcükleri olabildiğince doğru söylemeye başlayacaktır. Yani konuştuğu dili unutması diye de bir şey mümkün değildir. Bırakınız insanlar istediği biçimde anlaşsın. Bunu namus meselesi, töre cinayeti haline getirmenin faydasını da göremiyorum.)

——————————————————

*: “Parantez” yerine, “yay ayraç” da diyebilirdim. Fakat “parantez” bana daha munis gelmekte. Türkçesini kullanmıyorum, bunun farkındayım ve hiç de pişman değilim.

Emre GÜRBÜZ

Facebook'ta Paylaş

Fotoğraf

11 Yorum (+add yours?)

  1. Erkan Mercan
    Ara 14, 2009 @ 03:43:55

    Dilin yok edilmesi mutlaka mümkün değildir fakat bunun yozlaştırılması, çirkin bir hale getirilmesi de en az yok edilmesi kadar tehlikelidir. Ne var ki bunu yapan da hep tehdit olarak gördüğümüz dış güçler değil, bizzat kendi içimizde üreyen, nasıl bu hale geldiklerini asla anlayamadığım, genç neslin kötü huylu tümörleridir. Sadece bunun için bile uzun bir makale yazılabilir fakat burası yeri değil diye düşünüyorum.

    Ayrıca;

    Yazıda bahsi geçen örnekleri bir tehdit olarak görmediğimi de belirtmek isterim. Mesela “Ne haber?” yerine “Naber?” kelimesini kullanmanın ya da yazılı ortamlarda “Nbr?” şeklinde kullanılmasının sadece pratiklik amacı güttüğünü düşünüyorum. Ama ne olur kimse karşıma “jnm şoq sıqılıyo jojuglar” cümlesini kurmak için çıkmasın, çünkü şiddetle yanıt vermemek için kendimi uzun süre tutabileceğimi sanmıyorum.

  2. Nazlı Özdil
    Ara 14, 2009 @ 18:02:27

    “Tarihte; yok edilmek istenen bir milletin, dilinin yok edilmesi diye bir olay asla vuku bulmamıştır.”

    Ben de sizin bu savınıza en kibar halimle “Hadi be!” diyebiliyorum. Fransızların Afrika’da, İngilizlerin Hindistan’da, Rusya’nın Orta Asya’da yaptığı şey bu değil midir? Hatta hatta, çok yakın zamana gidelim, Bulgaristan göçmeni arkadaşlarımın ailelerinden dinlediğim hikayeler söylüyor ki Türkçe konuşmak yasakmış. Türkçe konuştuğu için insanlara işkence ediliyormuş. Şu an Bulgaristan’da yaşayan ve Türkçe bilmeyen nesil burada bulunan akrabalarını ziyarete geldiklerinde canlı şahit olduğum bir durum olayın vehametini gözler önüne serebilir. Neler olup bittiğini anlayamadıklarında, sözlerinden çok etkilendikleri bir türkünün ne bahsettiğinden bir fikirleri olmadığında ailelerine lanet edip “Bana ana dilimi öğretmediniz. Hakkımı size helal etmiyorum” diyebiliyor.

    Şu an Almanya’da yaşayan 3. nesil ne kadar Türkçe biliyor? Türk kültürüne ne kadar hakim? “Aba altından değnek gösterme” dediğimizde ne anlayabilir?

    Eğer ki Türkiye’de yaşamamıza rağmen “kımçıtmak” sözcüğü iki nesil öncesine ifade ettiği şeyi bize bir şey ifade etmiyorsa durup düşünmek gerekir.

  3. Yesili
    Ara 14, 2009 @ 18:09:03

    Sürekli olarak Anadolu topraklarının kültürel zenginliğinden bahsedildiğini duyarız. Kültürel zenginliğin oluşması tarihsel derinlikle doğru orantılıdır. Büyük Türk milleti, köklü tarihe sahip olması ve Anadolu topraklarının tarihi mirası ile iç içe yaşaması bakımından; tarihten bir çok ders çıkarma olanağına sahiptir. Bir ülkeyi yönetenler ; ülkenin yazgısını dış ülkelerden alınan öğütlerle tayin etmemelidir. Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk, ‘ Hangi uygarlık vardır ki ecnebilerin nasihatları ile büyüyebilsin. Tarih böyle hadise kayd etmemiştir ‘ sapmasını geniş tarih bilgisi ışığında yapmıştır. Gelecek kuşakların da tarihi konulardan yoksun yetişmemesi için de Türk Tarih Kurumu’nu kurmuştur. Herkez özellikle de Türkiye’yi yönetenler, önemli hadiselerde TTK’nun fikrini alması memleketin bekası için hayırlıdır.

    Size bu yazımda, Kadirli’nin doğusundaki Karatepe köyünde bulunan Aslantaş Açık Hava Müzesi’nden bahsedeceğim. 1946 yılına kadar unutulmuş bir yer olan Karatepe, koyun otlatmaya gelen çobanların, belli belirsiz olan arslan heykelinin bir yüzünü tesadüfen bulmasıyla keşfedilmiştir. Yapılan kazılarda Geç Hitit dönemine ait bir kenti koruyan, kıral Asativayada tarafından yaptırılan kale ortaya çıkmıştır. Bu Hitit merkezinin tarihçiler açısından en önemli noktalarından biri de üzerinde Fenike yazısıyla yazılmış heykellerin ve kapıların bulunmasıdır.M.Ö. 8. yy’dan kalma kalıntılarda, o günün inanç ve yaşayışını sergileyen oldukça dikkat çekici taş kabartmalar bulunmaktadır. Aynı metin olmak üzere, karşılıklı Finike (çivi) ve Hitit hiyeroglif yazılarının kullanılmış olması, o tarihe kadar çözülmemiş olan Fenike yazısının Hitit yazısı üzerinden anlaşılmasını sağlamıştır.

    Hititlerin yokoluş döneminin öncesine denk gelen bu tarihi kesitte, Hititlerde çift dilli yapının oluşmaya başladığını görüyoruz. Hitit uygarlığında oluşan cosmopolit yapının ülkenin diline yansımasından kısa bir süre sonra, Güney Hititler Asur akınlarına karşı koyamamış ve M.Ö. 7. yy’da, Asurluların kenti yakıp yıkmasıyla egemenliğini yitirmiştir. Anadolu’da kurulan en büyük uygarlıklardan biri olan Hititler İmparatorluğu’nun siyasi anlaşmazlıklardan ötürü bölünmesinden sonra oluşan Hitit beylikleri dönemine Geç Hitit dönemi denir. Bu dönemde oluşan küçük kırallıklar birliktelik sağlayamamışlar ve diğer kavimler tarafından ortadan kaldırılmışlardır. O dönemden günümüze çok fazla somut tarihi veriler kalmadığı için diğer kırallıkların toplumsal yapısından ayrıntılı şekilde haberdar değiliz. Ne var ki Asativayada’da Fenike ile yakınlıktan kaynaklanan oluşan çift dilli yapının ulus olma özelliğini sarstığını açık bir şekilde görmekteyiz. Asativayada kıralının kendinden ve gelecekten emin tavrıyla sürekliliğine inandığı refah ülkesi, Asurlular tarafından tarih sahnesinden silinmiştir.( yazının sonuna Asativayada’nın metinde yazılı olan seslenişini ekleyeceğim)

    Hititler ve Fenikeliler tarih sahnesinden silinirken kendi milletlerinin adı da unutulmuştur. Hititler adı ve Fenikelilere kulanılan Kenani adları Tevrat’a dayandırılarak uydurulmuştur. Hititler kendilerine ‘Nesi’ demiştir. Fenikeliler Sami kökenli iken, Hititler Asya kökenlidir. Hititler’in dilinin Türkçe ya da Hint Avrupa dilleri ile akraba olduğu iddiaları vardır. Görüldüğü gibi Asativayada ülkesini, iki farklı kültür ve milletin oluşturduğu açıktır. Kıral Asativayada, adının sonsuza kadar yaşayacağını kanaat getirmiştir. Gerçekten de kendi adı uzun bir dönem unutulmuşken, çobanların kalıntıları keşfetmesi ile yeniden gün ışığına çıkmıştır. Ne var ki kendi adı tesadüfi bir şekilde yaşarken, milleti yok olmuştur. Asativayada, ülkesinde siyasi birliği sağladıktan sonra kültürel ve dil birliğini sağlamış olsaydı, devletinin ve milletinin bu kadar kolay yok olmayacağını söyleyebiliriz. Asativayada, sadece iktisadi yapıyı düşünmeyip toplumsal yapıyı sağlam kılmaya çalışsaydı, belki şu anda adı daha başka bir şekilde yaşayacaktı.

    Kültürel birlikler, siyasi birlik sayesinde sağlanır. Bugün Avrupa Birliği’nde siyasi birlik kurulmuştur ve kültürel birlik kurmaya yönelik çalışmalar gütmektedirler. Tarihte kendi sınırları içinde dil birliğini kuramamış devletler zamanla parçalanmış ya da yok olmuştur. Batı Roma, egemen oldukları topraklada Latince’yi hakim kıldıkları için küçük bir devlet iken Keltler ve Germenler üzerine egemenlik sağlayabilmiştir. Doğu Roma’nın çok kültürlü yapısı ise parçalanmasının temel etkenlerinden biri olmuştur. Osmanlı Cihan Devleti de kendi sınırları içinde dil birliğini sağlamış olsaydı, parçalanması bu kadar kolay olmayacaktı. Dil birliği bozulan bir toplum da duygu birliği ortadan kalkar. Duygu birliğinin ortadan kalkması, o toplumda düşmana karşı direnme gücünü ve ortak hareket etme bilincini yıkacaktır. Düşman bir devletin savaştaki en büyük silahı hiç şüphesiz düşmanı içine ektiği bu tür nifak tohumlarıdır.

    Bu tarihi gerçeklerin farkında olan Cumhuriyet’imizi kuran aydınlar, Türkiye Cumhuriyet’inin temelini milli bütünlüğü perçinlemek üzerine kurmuştur. Atatürk’ün TDK’nu kurmasının amaçlarından biri de Türkçe’yi yabancı dilin etkilerinden koruyup, devlet dilinin bilimsel temelde geliştirilip yaygınlaştırılmasıdır. Dilin bu önemini bilen düşman devletler, bu sebepledir ki Türkiye’de bu olguyu zedelemek için etnik ayrılıkları kışkırtmaktadır. İşte bu noktada, milli devletin varlığının önemi daha açık şekilde ortaya çıkmaktadır. Hatta milli devletin yani ulus-devlet yapısının korunması, Türk devletinin dolayısıyla Türk milletinin varlığını-yokluğunu doğrudan ilgilendirmektedir.

    Türkiye’de her türlü siyasi akım altında yürütülen Batı güdümlü Kürtçülük hareketinin nihai hedefi ulus-devlet yapısını hedef almaktadır. Aynı şekilde; Batı güdümlü federalizm isteyen ya da bunu hoşgeren sözde demokratlar ve bazı cemaatler de bilerek ya da bilmeyerek aynı hedefe hizmet etmektedir. Dünya’da egemen her devlet kendi dilini sınırları içinde güçlü kılmakla kalmamış, sömürgeci hedefleri doğrultusunda sınırlarının ötesine de götürme yolunu seçmiştir. Fıransa’da bugün 18 milyon Fıransız kökenli olmayan insanlar yaşamaktadır, en az 10 milyon Arap olduğu bilinmektedir. Arapların yoğunlukta olduğu bölgede çift dilli yönetim olması ya da önerilmesi söz konusu bile değildir. Amerika’da Güney Amerika kökenliler 50 milyonu geçmiş, Afrika kökenlilerin sayısı da 40 milyondan fazla olduğu söylenmektedir. Buna rağmen ABD, kendi sınırları için dil birliğinden taviz vermemektedir. İngiliz Liberal Demokrat Parti eski Başkanı Simon Hughes, Avam Kamarası’nda Türkiye’ye ’federasyon’ önerecek kadar küstahlaşan açıklamalar yapmaktadır. Hughes’in ülkesinde İskoçlar kendi dilinde ‘merhaba’ bile diyemeyecek şekilde devşirilmiştir. Örnekler çoğaltılabilir, anlaşılacağı gibi büyümeyi hedefleyen devletler ortak kültür oluşturma konusunda taviz vermezken, köleleşme ve yokolmakta olan milletlerde bunun tam tersi gözlemlenmektedir. Jamaika’da İngilizce, Peru’da İspanyolca veya Togo’da Fıransızca konuşulması buna en bariz örnektir. Bu sömürgeci devletlerin,Türkiye’de büyük çoğunluğu gerek tarihi gerekse kültürel olarak Türkle akraba olan insanlar üzerinde başka kimlik oluşturma çabaları onların ikiyüzlülüğünü açıkça ortaya koymaktadır.

    Batı’ya göbekten bağlı güçlerin ve Batı sömürgeciliğinin Türkiye’de ulus-devleti savunan güçler üzerine gitmesi de Türk’ün varlığını ortadan kaldırmak ve Türkiye’yi küçültmek içindir. Ulus-devlet yapısına karşı olan yazarların sonsuz savunuculuğunu yapan ve onlar hakkında oluşan herhangi bir tepkide soluğu Türkiye’de alan Avrupalı siyasi ve basın mensuplarının ; ulus-devleti savunan ve sömürgecilik karşıtı aydınlara karşı yapılan soruşturmalara sessiz kalması Batı oligarşisinin başka bir kirli yüzüdür. Orhan Pamuk ve Elif Şafak davasında gösterilen hassasiyetin Ergün Poyraz ve İlhan Selçuk üzerinde gösterilmemesi; sömürgeciliğin, Türkiye’ye yönelik çifte standartını anlamak açısından gayet güncel bir örnektir.

    Türk Milleti’nin varlığını kendisine temel ilke edinmiş Türkçüler ve bu hedefin önemini idrak etmiş her Türk vatandaşı, Türkiye’nin belirli bölgesinde ‘demokratik cumhuriyet’ adı altında oluşturulmak istenilen yapının tehlikesinin farkına varıp, çevresini bu konuda uyarmalıdır. Böyle bir yapının, zamanla o bölgenin bölünmesine yol açacağını ve daha sonra da bölge halkının sömürgeci egemen güçlerin kölesi olup yokolacağını anlamak için kahin olmaya gerek yoktur.Bu konuda taviz verilmesinin sonuçlarını tarih açıkça ispatlamaktadır.

  4. Emre Gürbüz
    Ara 14, 2009 @ 18:22:43

    hani burasının bir forumcu hüviyetine bürünmemesi gerektiğinden yorum yazmam doğru olmayacaktı; fakat yazımın daha iyi anlaşılması için iki noktaya açıklık getireceğim ve diğer yorumlara da cevap vermeyeceğim. Nazlı hanımın “hadi be!” demesine elbette lafım yok fakat Bulgaristan’da yook edilmek istenne Türkçenin, Türkiye’yi yahut Türk milletini yok etme amacını gütmeyeceğini hatırlatmak isterim. Yeşili’nin ise Hititler’e dair verdiği örnekte Hitit’lerin çift dilli olduğu gerçeğini görüyor; fakat yıkılma sebeplerinin bu olmadığını, -Yesili’nin de dediği gibi- Asur akınları sonucu yıkıldıklarını belirtmek isterim. Gösterilen ilgiye teşekkürler.

  5. Video Dinle İzle
    Ara 14, 2009 @ 23:21:49

    harika bi eser olmus

  6. ilahi dinle
    Ara 15, 2009 @ 19:45:12

    Sürekli olarak Anadolu topraklarının kültürel zenginliğinden bahsedildiğini duyarız.bu tarihle doğru orantılı olsa gerek

  7. myenfk
    Ara 16, 2009 @ 08:49:54

    Nbr? ii u? vb. gibi kısaltmaların cep telefonunda Sms’ten tasarruf için geliştirildiğini düşünüyorum. Bunun internet ortamına taşınmasını ise daha hızlı ileti gönderme isteğine bağlıyorum. Eskiler gereksiz konuşmayı ortadan kaldırmak için “bin düşün bir söyle sözü” sözünü söylemişler şimdilerde ise değil söylediğimizin ne yazdığımızın bile farkında değiliz düşünmeden rastgele basıyoruz klavyenin tuşlarına. Tekrar yazdığımızı okuyup irdeleyerek hatalarımızı düzeltecek zamanımız bile yok. Modern çağın hızlı olma tutkusuna bağımlı olduk.

    Syglrml;)

    (Bu arada haklısınız bende biraz forum havası solumuş gibi hissettim kendimi.)

  8. Erhan Tığlı
    Oca 05, 2010 @ 10:03:38

    Yazınızı ilgi ve beğeniyle okudum. Dil bilinçsizliği medya tarafından körüklenmekte ve çocuklar dillerine yabancılaştırılmaktadırlar. Geçenlerde torunum bana bay bay dedi. Ben de o İngilizce bir sözcüktür. Türkçede hoşça kal, güle güle gibi ne güzel sözcüklerimiz var, dedim. Bay bay Türkçe değil mi diye hayret etti.. Halit Ziya’nın Aşk-ı Memnu romanının dizisindeki çocuk bay bay, ole diye konuştrulup modernleştiriliyor!
    Spor kulüplerimiz start alıyorlar,çocuklar yaşasın yerine ole diye seviniyorlar… Örnek çok. Bu konuda yazdığım yazıları facebook’ta, aşağıdaki blog sitelerimde okuyabilirsiniz. Onun için lafı uzatmayacağım. Kültür emperyalizmi dille yaygınlaşır.

    http://www.erhantigli.blogspot.com
    http://www.tiglierhan.blogspot.com

  9. Berkay
    Oca 26, 2010 @ 19:50:25

    Resmen saçmalamışsınız. Milleti millet yapan öğelerin başında dil gelir. Ne demek dile sahip çıkmak gibi bir mantık olamaz. Sen diline sahip çıkmazsan, ne milletini ne kendini tanırsın.

    Msn de, forumlarda vs yazılan diller pratiklik açısından yazılıyormuş. Ne için daha hızlı yazmak için mi? Zaten nbr, ii, sn,… gibi yazışma dilini kullanan insanların çoğu 10 parmak yazıyor. Amaç pratiklik falan değil.

    Bence tamamen yazmak için yazmışsın. Bu yazını kaldırmanı öneriyorum.

  10. Emre Gürbüz
    Oca 27, 2010 @ 19:50:48

    Forum tadında olmasın diye cevap yazmayacağımı söylemiştim fakat ne yazık ki; kendini ifade ederken karşısındakini zerre düşünmeyen bir yorumu almak insanın bütün nöronlarını sarmaladığından cevap yazma ihtiyacı hissediyorum. Dünyadaki bütün dilciler bilir ki; dilin akışını kişiler “bilinçli olarak” değiştireMEZ. Tabii ki insanların kullandığı bir aygıttır dil ama değişme, kasti olarak yapılamaz. Mesela istediğiniz kadar bilinçli olun ve istediğiniz kadar çırpının halk “kalem”e “yazgaç” demez. Bazen de “teyyare”ye “uçak” der. Bunu ne belirler, halk ne zaman benimsemer, neye kızar da benimsemez; bu bilinmez. O yüzden kontrol edilemeyen bir şeydir dil. Kontrol edilemeyen bir şeye de sahip çıkılamaz. “Dilimize sahip çıkalım” temalı çalışmaların hüsrana uğraması da bu yüzdendir. Ki uğramaya da sonsuza kadar devam edecektir. “nbr, ii…” gibi ifadelerin ne amaçla yazıldığı umrumda değil; bu ifadeleri kullanan insanların; “o ifadeleri kullanmayı istedikleri” için kullandıklarını, ne kadar uğraşırsanız uğraşın bunu değiştiremeyeceğinizi veyahut kimsenin de buna gücünün yetmeyeceğini anlatmaya çalıştım.

    Tekrar ediyorum. Dünyada dili değiştiği için yok olan bir tane millet yok. Dünyada yok edilmek istenen bir milletin dilini yozlaştırmayaçalışan bir millet de yok. Bu yazılanlar hep nafile zaten. Dil, akarında akmaya devam ediyor; ne sizi dinler, ne beni dinler.

  11. cüneyt yardım
    Eyl 10, 2011 @ 18:35:34

    dil kontrol edilemeyen bir şeymi?kontrol edemeyen benim.ama başımızda bunu kontrol eden çok iyi bir mekanizma var.Otobüse, otobüs demeyi insanlar kendi akıllarından uydurmadılar.var olan türkçe sözcükler yerine insanlara türkçe kökenli olmayan kelimeleri öğreten, tanıtanlar kontrol ediyor dili.otomobil kelimesini halk kendisi uydurmadı.araba kelimesini kullanıyordu.Ama okuduğumuz kitaplar, gazeteler yapılan tv yayınları, haberler de kullanıla kullanıla, insanlar artık bu kelimeleri kullanıyor duruma geldiler.bu kısa bir süreç olmayabilir.Empoze etme diye bir şeyin varlığını reddetmek mümkün değildir.konuşulan dile ancak bu şekilde müdahale edilebilir.yeni türkçe kökenli kelimeler kullanmak yerine yabancı kelimeler oluşturmak, insanları bu kelimelere doğal kılmak.Zamanında kalemi yazgaç diye tanıtsalardı insanlar yazgaç kelimesini garipsemeyecekti.İletişim kelimesi varken Tele-kominikasyon kelimesini kullanmayacaklardı.bu adamlar nereden uyduruyor “mobile” kelimesini, telefonu icat ettikten sonra “phone” demesini.biz neden türkçesini bulamıyoruz.Şimdi konuşulan dile bir şey yapılacaksa bu ancak ileride olur.

Yorum bırakın