Ünlü bir sözdür: “Ol mahiler derya içredir deryayı bilmezler” yani balıklar denizin içinde yaşadıkları halde denizi bilmezler. Kimi insanlar da böyledir; içinde yaşadıkları dünyayı bilmezler, merak etmezler. Oysa bilgisiz insanlar hep başkalarına muhtaçtırlar, yaşamaları boşunadır. Kişi bildikleriyle yetinmemeli, bilgisine yeni bilgiler eklemek için çalışmalıdır. Edindiği bilgiler ne kadar çok olursa olsun zamanla yetmeyebilir. Çünkü dünya durduğu yerde durmuyor. Yenilikler birbirini izliyor, çoğalıyor, bilenler bilmeyenleri ezip geçiyor. Daha fazla
Bilgimiz Ne Kadarsa Biz de O Kadarız !
04 Oca 2010 1 Yorum
in Makale, Serbest Yazı, Sosyoloji Etiketler:Akıl akıldan üstündür, Özdemir Asaf, bilgi, erhan tığlı, Mevlâna, Nasrettin Hoca, nazilli, Ol mahiler derya içredir deryayı bilmezler, Sinestezi E Dergi
Mini-Büs
01 Ara 2009 2 Yorum
in öykü, Mizah, Serbest Yazı, Sosyoloji Etiketler:askerlik şubesi, çengelköy, üsküdar, bağlarbaşı, beykoz, cattywild, dolmuş, ekşi sözlük, facebook, fıstıkağacı, Kadıköy, kollektif sessizlik, müsait bir yer, mini-büs, minibüs, okeye dördüncü, pınar polat, Sinestezi E Dergi, taksi dolmuş, twitter, wordpress, zamane sözlük, şoför, şoför yanı
Bağlarbaşı mı?
En öne oturuyorum. Şoför yanı.
Dün en arkaya, ortaya oturmuştum. Okeye dördüncü gibi. İri bir adam, iri bir kadın ve bacaklarını aça aça oturan ikinci bir adam. Bana düşen bunların ortası. İki büklüm oluyorum, yine de kadının tombul etleri koluma değiyor. O kadarla kalsa iyi, kalçasıyla temas halindeyim ve ona değen noktalar terliyor. Sağa kaysam şişko adam, daha kötü. Daha fazla
Facebook’ un Toplum Üzerindeki Etkileri !
27 Eki 2009 5 Yorum
in Eleştiri, Makale, Mizah, Sosyoloji Etiketler:ekşi sözlük, Eleştiri, ezel, facebook, facebook analizi, Hadise, komik yazı, lafmacun, Mizah, Osman Jorgensen, post modern, tarkan, tholga, tholgareloaded, tikky, tolga akpınar, toplum, uludağ sözlük, zamane sözlük
Müthiş bir Osman Jorgensen Yazısı;
Yıllar önce insanlar birbirlerini, bayramlarda seyranlarda, düğünlerde ve benzeri toplantılarda görürler, en güzel elbiselerini sergileyip, ucuz ama çok kokan parfümlerini birbirlerine kokuturlardı. giydikleri elbiseler ve saçlarına başlarına verdikleri şekillerle birbirlerine imajlarını kanıksatırlardı.
+ ay hayriye ne kadar sosyetik öyle…
– kemik çerceveli gözlük takmış ne kadar entelektüel…
gibi… Daha fazla
Kaybetmek
13 Haz 2009 1 Yorum
in Aşk, Felsefe, Psikoloji, Sosyoloji Etiketler:alper akpınar, amaç, Ayrılık, Aşk, hedef, kaybetmek, kazanmak, ruh, unutmak, yaşamak, İnsan
Bir insan ne kadar uzun süre koşabilir ki bir şeyin peşinden? Ne kadar zorluğa, güçlüğe dayanabilir? Kaybettiği nerdeyse belli olduğu an bile koşabilir mi hayallerinin peşinden? “Şimdiye kadar nerdeydin” deseler ne cevap vereceğini bilmeden yine de savaşır mı hayatla? Uğruna hayatını değiştirdiği amacı için hiçbir şey yapmadığı halde onu kaybettiğine üzülmeli midir? Bir insan ne zaman anlar kaybettiğini? Aslında ne zaman kaybetmiştir? Pişmanlık ne getirir?
Biz ne ara mutluyduk, hatırlar mısın?
22 Mar 2009 Yorum bırakın
in Aşk, Başkaldırı, Felsefe, Psikoloji, Serbest Yazı, Sosyoloji Etiketler:alper akpınar, Anne, ateş, Aşk, Ölüm, Baba, Düşünmek, gökdelen, gökkuşağı, gökyüzü, hayat, kahve, kalp, kirlenmek, paylaşmak, sevgi, Sevgili, toprak, Yalnızlık, yaşam, yaşamak, zenginlik, İnsan
Gidip kendime kahve alacağım hayatım, sen de ister misin? Belki yüreğimizi yeniden ısıtmaya yardımcı olur!
Sevdiğimiz zaman gösterirdik sevdiğimizi, bir zamanlar. Annemize sarılır, öperdik yanaklarından. Babamız bizi sırtına alır gezdirirdi. O zamanlar henüz gökdelenler yoktu. Delememişti kimse göğü, ve hala bir şansımız vardı zıplayarak gökkuşağına erişmek için.
Ve Prenses Kurbağayı Öptü..!
08 Mar 2009 Yorum bırakın
in Serbest Yazı, Sosyoloji Etiketler:öpücük, kurbağa, maneviyat, masal, pişmanlık, prenses, selen urcan, İnsan
Prenses yanlış kurbağayı mı öptü? Masal mı bozuldu? İşler sarpa sararken bir kurbağa insan yerine kondu. Peki ikinci öpücük ona insan olabilme erdemini vermeye yetebilecek miydi? Ya da prenses yanlış, acele ve tutkulu bir seçimin kabullenilmişliğiyle mi ezilecekti?
Masal artık 21.yy masalı olsa sonu bir yere bağlanırdı mutlaka. Nihayetinde maddeye bağlanmayan bir maneviyat bu yüzyılda masalda bile olsa imkansızı haykırıyordu.
Gerçek doyuma ulaştıran maddeci dünyanın maneviyatsız maddeleri olmak ne de aykırı ruhuma. Bir laf etmeliyim ki doyurmalı karnımdan önce ruhumu. O zaman anlarım ki doyduğumu.
Ne kadar az pişmanlık kalırsa geride o kadar mutluluk olur ilerde. Keşkelere takılmadan doğru kurbağalara insan olma zevkini tattırmak mesele! Daha fazla
Ben olmuşum Lost!
29 Oca 2009 1 Yorum
in Eleştiri, Kültür, Psikoloji, Serbest Yazı, Sosyoloji, Televizyon Etiketler:alper akpınar, Hay bin Yakzan, Issız Adam, Küçük Prens, Lost, piyasa, Robinson Crusoe, ıssız ada
Bir gün bir uçak düşer ve olaylar gelişir. Bu kadar basittir aslında adına “Lost” dedikleri diziyi anlatmak, ya da değildir. Tam emin değilim. Kimsenin de emin olduğunu sanmıyorum. Her bölümde bir gizemi açığa çıkarıp elli yeni gizem ortaya çıkaran Lost beşinci sezonunda süzülmüş, “artık gizemler sona erdi, şimdi her şeyi anlatma zamanı” diyor sanki. Zaten dördüncü sezonu da gizemlerin çok olduğu bir sezon sayılmazdı. Açıkçası şu girişi okuyunca muhtemelen Lost dizisi hakkında yorum yapmaya devam edeceğimiz sanılabilir, ama biz başka bir şey yapacağız.
Lost, sadece Türkiye’de değil, onlarca başka ülkede de bir fenomen haline geldi. Bunun nedenleri, sonuçları filan bir tarafa, bir de Lost’un ortaya çıkardığı yeni bir pazar oluştu. Oldum olası şu pazar, piyasa sözcüklerinden hoşlanmam. Ama ne yapalım ki yaşadığımız çağın, içinde yaşadığımız düzenin bize zorunlu kıldığı şey piyasaya uyum sağlamak. Biz de doğal adaptasyonun bir sonucu olarak Lost piyasasına entegre oluyoruz, öyle ya da böyle..yanında ya da karşısında. Bahsettiğim şey sadece Lost ile ilgili ürünlerin satışı değil, “Lost’a benzer” diziler furyası da buna dahil. “Lost gibi” filmler, “Lost adasına düşsen yanına alacağın üç şey burada bulunur”, “Lost’ta en sevdiğiniz karakter kimdir” filan.. Geçenlerde kendime bu son soruyu sordum, anlamsız buldum. Kurgu bir dizideki karakterlerden birini neden diğerlerine göre daha fazla seveyim ki? Diyelim ki sevdim, bunun ne anlamı olabilir ki? Bu bilgi gerçek hayatta benim ne işime yarayacak yani?
Kalabalıklar İçinde Yapyalnız …
27 Oca 2009 3 Yorum
in Deneme, Psikoloji, Sosyoloji Etiketler:aidiyet, alper akpınar, Üşümek, dostlar, hüzün, kalabalık, korku, modern insan, modernliğin dikenli yolları, tanış olmayan yüzler, yabancılık çekmek, Yalnızlık
Korkularımızı üçe ayırırız, yabancılık çekmek altı şekilde olur, bilmediğimiz şeyler dört ana başlıkta incelenir, ama yalnızlık birdir. Modern insanın her şeyi formüle dökme çabası işlemez yalnızlığa. Yalnızlık yalnızlıktır, ansızın gelir, hissettirmeden gider, ya da biz öyle hissederiz.
Pusu gibidir yalnızlık, siz koştuğunuzu zannederken birden takılır ayağınız, sarar sizi ağıyla. Hüzne boğar, uykuyla sarar, bitkinlikle uyutmaz. Kalabalıklar içindesinizdir, milyonların içinde.. Sokakta yürüyemezsiniz belki kalabalıktan, tanış olmayan yüzler yollarınızı keser. Okulda olursunuz, iş yerinde, otobüste, evde.. Sizin gibi olmayan insanlar da sizin gibi yapyalnızdır kalabalıklarda.
Orda bir köy vardı eskiden, bizim köyümüzdü, gelmesek de gitmesek de bizim köyümüzdü. Şimdi o köy de en az bizim kadar yalnız ve en az bizim kadar sahipsiz. Öldü köyler ve biz kalabalıklar içinde, kalabalığa karışmadan kendimiz olmaya çabalıyoruz, yapyalnız kalıyoruz, bu yalnızlığımızı ancak kendimiz görüyoruz.
Bir Düşünsene Ne Olmak İsterdin?
27 Oca 2009 Yorum bırakın
in Serbest Yazı, Sosyoloji Etiketler:çiçekler, balıklar, blue sea, gonca akpınar, hayal etmek, kelebek, lüks, martı, mavi deniz, mis kokular, ocean, okyanus, uçsuz bucaksız
Bazen sorarım kendi kendime; eğer şu anki halimde olmasaydım ne olmak isterdim diye..
Böyle bir lüksümüz yok elbet ama hayal gücü bu ya düşünüyorum.. Uçsuz bucaksız mavi denizlerin üzerinde uçan bir martı mı, yoksa yarın öleceğini bile bile rengarenk çiçeklerin mis kokularına kendini kaptırmış hiç durmadan özgürce uçan ve bugünün keyfini çıkaran harika bir kelebek mi? Ya da derin okyanuslarda salına salına yüzen kocaman kırmızı bir balık mı ?
Hepside çok cazip geliyor öyle değil mi? Hep kendimiz için en iyisini, en güzelini istiyoruz.Martıların en güzeli olmayı, çiçeklerin en güzel kokanını ya da küçük bir gölde değil de koskoca bir okyanusta olmayı… Hep uç noktaları, hep zirveleri istiyoruz. Küçük balık değil de hep en büyüğü olmak istiyoruz. Yenilen değil hep yenen belki de olmak istediğimiz. Şimdi etrafınıza bakın ve düşünün.. Daha fazla
Ben Oldum Diye Çırpınan İnsan
26 Oca 2009 2 Yorum
in Felsefe, Makale, Serbest Yazı, Sosyoloji Etiketler:Abraham Maslow, ahlak, Ben oldum, dürüstlük, Абрахам maslow, Силу, Честность, Этика, eşitlik, fazilet, honesty, humanity, I am i, kategorize, Maslow Hiyerarşisi, maslow теории, Maslow Theory, morals, Sinestezi, Sosyoloji, tolga akpınar, virtue, İhtiyaçlar Hiyerarşisi, İnsan
Abraham Maslow`un ihtiyaclar hiyerarşisinde bulunan ihtiyaçlardan 4`üncü ve 5`inci ihtiyaçları da giderilen insanların bir kısmının sahip olduğu statü`nün aldatmacasına inanarak çevresindeki diğer insanlara yukarıdan bakma durumlarıdır “ben oldum” demek. “Ben oldum” deme noktasına gelmiş insanlardan bir kısmının “olmak” kavramının anlamını gerçek anlamda kavrayamamaları hasebiyle diğer insanlardan ayrılmaları gerekir. Bu kişiler sonradan edindikleri yetki ve makamı kişisel tatminleri için kullanırlar. Diğer insanların kendilerinden aşağı bir seviyede olduğunu düşünürler. Evet doğrudur, diğer insanlar belki ihtiyaçlar hiyerarşisini baz alırsak o kişinin seviyesine erişememişlerdir, ancak “insan” olmaları nedeniyle ihtiyaçlar hiyerarşisi’ nde üst sıralarda bulunanlardan aşağı kalır yanları da olamayabilir. Çünkü genelleme yapmak bazen haksızlık etmektir.
SON YORUMLAR