Yusuf Olmak

Kardeşlerim beni bir köy kuyunun başına getirdiler, ellerim bağlıyken aldılar üstümden gömleğimi. Kuyu karanlıktı, kuyu dardı, kuyu derindi. İçinde su belki yoktu, belki vardı.

Aşağıya doğru düşerken tutunmaya çalıştım kuyunun duvarlarına, dirseklerim yarıldı, ellerim kanadı. Düştüm.

Ben mi kendimi attım bu kuyuya, yoksa zaten kaderim Yusufluk muydu? Daha fazla

Bir Yudum !

Bir yudum kokunu ver sarhoşluğum başlasın,
Ilık nefesinle dalgalandr yüreğimi avare savrulsun,
Bakışını sapla ruhuma zaman kaybolsun,
Ve bırak beni orda adımız aşk olsun!

Daha fazla

Değişimin Gençliği

Dünya, insanı şaşırtacak denli hızla değişmekte ve değiştirmektedir. Dolayısıyla bu değişim daha çok gençleri hedef almaktadır. Hâl böyleki gençlerin de bu değişen dünyaya ayak uydurması ve uydurmaya çalışması bir şekilde gözler önünde sergilenmektedir.

Dünden bugüne baktığımızda, gençlerin o zaman ki sevgi ve saygı bütünlüğü içerisinde yetişen ve etrafındakilere de örnek bir gençlik olguları vardı. Bu günün gençliği ise, ahlâki çöküntünün en zayıf noktasında bulunmaktadır. Böylece her bir genç giderek bilinçsizlik içine düşmektedir. Daha fazla

Vatan İçin Yaşamak ve Yaşatmak

Bazen doğru yolda ilerleriz, bazen de bu yolda tökezleyip yanlışlıklara düşebiliriz. Cennetimizi cehenneme çevirdiğimiz gibi, cehennemimizi de cennete çevirebiliriz. İyisiyle, kötüsüyle bu ülkede yaşayabilen de yine bizleriz.

Ülkemizin bizim için paha biçilemeyecek kadar değer taşıdığını biliriz. Fakat bunu yeterli bulmak mümkün değildir. Öncelikle bunu kendi içimizde yaşatmalıyız ki, ülkemiz de bizim için bir anlam ifade edebilsin.

Gerek ülkemiz, gerekse bizler adına; ülkemizi, uygar ve muhasır medeniyetler seviyesine çıkarmalıyız. Ülke içerisinde sosyal refahı ve barışı sağlamalıyız. Bunları başarabilmemiz de ancak, birlik ve beraberliğimizle mümkün olabilir. Daha fazla

İstanbul …

Harem’de içinde sıla olan bir bavulsun.
Dolmabahçe’de denizin köpük sıçrattığı bir sandalyesin.
Beşiktaş’ta bir büfesin, içinde simit satılan…
Şişli’de eski bir apartman dairesisin, içinde mazi oturan.

İstanbul; İstiklal’de bir melodisin, yabancı ellerin kemanından…
Ya da bir yağlı boya tablosusun, metroda sergilenen,
Ve içinde her boyanın renginden bir damla bulunan…
Her taşına milyonlarca adım basılan bir arnavut kaldırımısın aslında… Daha fazla

Sinestezi Bilim Yakında Yayında!

Bundan bir yıl önce Sinestezi E Dergi ile çıktığımız yayın hayatımızı çeşitlendirmeye karar verdik. Ve ilk meyvesi olarak Sinestezi Bilim projesini başlattık! Tıpkı Sinestezi E Dergi gibi okurlarının yazarlık yapacağı Sinestezi Bilim aynı zamanda ülkemizin bilimsel alandaki eksikliğine bir katkı sunmak ve yeni nesli bilimle uğraşmaya teşvik etmek maksadıyla yayın yapmaya başlayacaktır. Kısa zaman sonra dergimizde ilgi çekici ve kaynak niteliğinde olacak makaleleri görebileceksiniz! Tabi eğer bilimsel alt yapınız kuvvetli ise sizde aramıza katılabilirsiniz. Ayrıntılı bilgi için tıklayınız!

Sinestezi Soslu Makarna (1)

Evinizde Sinestezi tadında bir makarna yemek isterseniz orjinal Sinestezi soslarından birini kullanabilirsiniz!

İşte sizlere güzel bir Sinestezi Sosu tarifi;

Malzemeler

– 2 baş soğan
– 3 diş sarımsak
– 5 adet orta boy mantar
– 3 adet domates
– 1 adet Kırmızı et biberi
– Pul Biber
– Kekik
– Tuz
– İsot
– Salça

Yapılışı;
Daha fazla

Türk Dilinin Korunması!

Milletimiz için çok önemli yere sahip olan dilimize millet birliğini ve bütünlüğünü korumak adına sahip çıkmalı ve korumalıyız. Türkçenin konumuna baktığımız da, yeryüzünün en geniş coğrafi alanına yayılmış, en eski ve zengin bir dil olma sıfatını elde etmiştir.

Genel olarak yaşanan dil sorunlarından en önemlileri ve en tehlikeli olan, yabancı sözcüklerin dilimize girip yerleşmesidir.

Dilimizdeki yabancılaşma 16. yüzyıl da Arapça ve Farsça kullanımının artmasıyla başlamış, 17. yüzyıl da ise bu dillere bir de Fransızca eklenmiştir. Böylecerkçenin kullanım alanı daralmış, dilimiz günümüzde de başka şekillerde sürecek olan kirlenmeye maruz kalmaktadır. Daha fazla

Zaman

Saat işliyor tik tak, tik tak
Avuçlarımda yanıyor zaman
Gözlerimde titriyor bir ışık

Aklıma sen düşüyorsun
Akıyorsun içimden
Bir mum erir gibi..
Bir mum eritir gibi..
Geçiyorsun içimden
Saat işliyor tik tak, tik tak
Sensizliğe alışıyor zaman
Bir elif miktarı kalıyor önümde
Bugün ilk defa yokluğun dokunmadı içime.. Daha fazla

Nehir

Yine  bir yol ayrımındayım, yeni seçimlerin ertesinde ve bir çoğunun da arifesinde. Kabına sığamamak bu olsa gerek; durağan şeylerin batışması tenime. Huzurun peşinden  koşturup durmakmış hayat dedikleri. Belki de nehirler gibi oradan oraya akmanın bir sebebi. Neyse ki  hiç bir nehir yokluğa akmıyor, denize dökülüyor çoğaldıkça… Tarihe bakıldığında hangi hicret tekamülle sonuçlanmamış ki? Değişebilmek için, bir şeylerden vazgeçmek gerekiyormuş demek ki! Olanı biteni içine iyice sindirip toplayıp bavulunu, yorgun ve küskün gözlerini ufka dikip, küçük bir umut kıvılcımının peşinden gidebilmek gerekiyormuş bazen.

Öylece suskun kalamadım, görmezlikten gelemedim.  Duymazlıktan gelemedim yüreğime fısıldayan hayatın sesini. Ensemde hayallerimin o sıcak soluğu cezbederken beni, bir şeyler yapmalıydım kendi adıma, çocukluğumun anısına ve annemin hatırına. Affet beni, hepsi daha yıllanmış olabilmek içindi bir şarap misali. Ve daha çok pişebilmek içindi… Daha fazla

Güneş Gibi!

Güneş öyle güzel doğdu ki bu sabah,

Öyle güzel girdi ki odamın içine süzüle süzüle,

Öyle işte,

Bilirsin işte senin gibi,

Bir anlam aramamak ve bulmamak için deli olmak gerekti,

Ve bir aydınlık hayat buldu odanın içerisinde,

Yavaş, yavaş kızıldan beyaza doğru,
Daha fazla

Sensiz Hayat!

Dışarıda yağmur, bardaktan boşalırcasına, nasıl da iştahla yağıyor mübarek. Hadi uyan artık, kalk, sen seversin yağmuru. Çay demledim hem en tavşan kanı, ekmek sıcak ve yanında da sevdiğin peynirli omlet. Otur hadi, geç karşıma, boş bir çay bardağı masanın diğer tarafında. Radyoda eskilerden bir müzik, ‘elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak’. Kesme şekeri her seferinde ortadan kırıp atmaktan bıkmadın mı? Bense hala üç şekerli, dalga geçiyorsun benle; ‘şerbet içseydin bari’. Sabah ayaz olur buralarda unuttun mu, üstüne bir şey al, üşüteceksin. Sen hapşırdığında bile yüreğime bir ok saplanır bilirsin. Hani bazen dalarsın ya ufka bakıp, bense gözlerine. İçinde bilmediğim depremler kopuyor, ne olur beni korkutma. Bir gün gideceksen eğer, ben uyurken olsun demiştim sana, ah keşke dilim tutulsa!. Uzanmışız koltuğa, en sevdiğimiz komedi filmi televizyonda. Sen gülerken gözlerinin içi de gülüyor, hiç söylemiş miydim sana? Utanır kızarırsın, sevmezsin sana güzel şeyler söylenmesini. Gözlerimle anlatırdım bu yüzden sana hissettiklerimi. Sahi o zaman, anlar mıydın beni? Nasıl da ağzıma tıkardın, sana romantik bir şeyler söylemeye çalışsam. Bak işte sana inat söylüyorum şimdi rahat rahat; bir ömür seninle yaşlanacak kadar çoook seviyorum seni! Daha fazla

Fener Nasıl Tutulur?

Elektrikler şimdiki gibi yaygınlaşmadan önce fener kullanırdı insanlar. Fener gene kullanılıyor ama eskisi kadar sık değil. Fenerler çeşitlidir: Gemici feneri, el feneri, Japon feneri… Bayramlarda fener alayları düzenlenir, gemilere yol gösteren deniz fenerleri olmasaydı birçok gemi kayalara çarpıp batardı. Kimi düşünürler sanatın da deniz feneri gibi olmasını öngörmüşlerdir. Avrupa’da genelevler kırmızı fenerlidirler! Din sömürücüleri yeşil fener kullanıyorlar. “Ben bir yeşil fenerim” diye başlayan türkümüzden yararlanarak bu fener için şöyle yazdım: “Ben bir yeşil fenerim/ Yoksulları çok severim(!)/ Din iman diye diye/ Sırtlarına binerim.” Ünlü spor kulübümüz Fenerbahçe adını o semtte bulunan deniz fenerinden almıştır. Çocukluğumuzda, Fenerbahçe’yi tutan arkadaşlarımızla, “Fener, dünyayı yener; Beşiktaş’a gelince püf diye söner” diye alay ederdik. Bir de Deniz Feneri çıktı karşımıza. Yolsuzluklar ayyuka çıktı, acı biber doğradı tatlı aşımıza. Daha fazla

Seviyorum Seni

Kadehlere doldurup boş içiyorum seni yudum yudum,
Tadına vardıkça her zerreme işleye işleye.
Bir sigara sarıyorum sonra dumanında boğuluyorum.

Bir kayıp türküyle hasretine dalıyorum,
Özlem sarıyor ruhumu ,
Çığlık çığlığa seviyorum seni,
Sus pus seviyorum seni.
Dengeleri alt üst edip seviyorum seni.
Saatler adınla gelip geçerken,
Her saniye daha bir çok seviyorum seni. Daha fazla

Onsuz Yalnız!

Biz, tek kişilik hayatımızdaki tek insanlarız. Bir arkadaş, bir sırdaş, bir kardeş, bir anne yada bir sevgili ne fark eder. Paylaşılmazki yalnızlık! Kalabalıkta bir yalnız! Yalnızlar içinde bir yalnız!

Kafamı kuma gömmek istiyorum, çaresizce beklemek. Çekmecede ki en keskin bıçak olmaktan yoruldum. Kenarda öylesine bir meyve bıçağı olmanın dinginliğiyle yaşamak nasıl olurdu acaba?Yataktan hiç kalkmadan yastıkların arasında kaybolmakta var şimdi. İçimi acıtıyor yokluğun, derin derin sızlıyor ruhum. Acaba diyorum bu mu cehennem? Nasıl bir sınav bu böyle. Şıklar yanlış soru çözümsüz, boş bırakmaksa imkansız. İşte bu yüzden yalnızım artık. Bu paylaşılmayan konuştukça azalamayan bir acı. Alev alev bir yangın. Anlayacağın kül bile olamadım daha, yeniden doğabilmek için küllerimden!!! Daha fazla

Sen!

Bir günahsın silueti ruhuma zehirli bir ok gibi saplanan

Bir kahkahasın günü dolduran

Bir ateşsin anı tutuşturan

Bir çapkınsın daldan dala

Bazen  bir arsız

Divane bir aşık,yaramaz bir çocuk

Ya da tam o roldeki ‘ıssız’

Yaşam rengisin az bulunandan Daha fazla

Pervane İle Mum

Ben bir pervaneyim mum’ u arıyorum.
Mum’ un nûr’una kanat çırpıyorum.
Maksadım aydınlanmak değil nûrdan …
Yanmak için can atıyorum.
Can bir değil mi, canımı cana katmak istiyorum.

Kanat çırpmak zor değil…
Zor olan kanadı çırpıp da nûr’a varamamak.
Zor olan mum’a varıp da nûrda yanamamak.
Bir olan can’ a haşr olamamak.

İman ile gayret varsa bir işte,
Sonu mum’ a kavuşmaktır işte
Kavuşmakla bitmez ki sadece işte …
Mesele yanmaktır mum’ un fitilindeki ateşte …

Mum da yanan ateş tanıdıktır.
Ayrılmış candaki bir kıvılcımdır.
Kıvılcımın kaynağı mum daki kaynaktır.
Haşrolmak ise kaynakta yanmaktır… Daha fazla

Türkiye Türkçesiyle Yazılmış İlk Eser Ve Sahibi Aşıkpaşa!

(d.1272-ö.1333),

Bir avazdır Aşıkpaşa. Türkçenin küçümsendiği ve fars şovenizminin etkisinde kalınarak halkın konuştuğu dil olan Türkçe’ nin sarayda konuşulmadığı bir dönemde Garibname adlı eserini yazarak Türkçe’ nin önemini vurgulamış ve saray’ da türkçe konuşulması gerektiğini vurgulamıştır. Arapça ve Farsça’ nın resmi dil olarak kullanılmasına ilk tepki Karamanoğlu Mehmet bey tarafından gösterilmiştir.
Karamanoğlu Mehmet Bey’ in öncülüğünü ettiği “Türkçeçi hareketine” Mevlana Celaleddin-i Rumi’ nin oğlu Sultan Veled ve ünlü düşünür Yunus Emre de destek vermiştir. Ancak en ateşli destek Aşıkpaşa tarafından verilmiştir. 12.000 beyitten oluşan Garibname adlı eserinde büyük ölçüde Türkçe dilini kullanmış ve türklükle alakalı tasavvufi şiirler yazmıştır. Garibname adlı eseri “Türkiye Türkçesi İle Yazılmış İlk Edebi Eser” olarak tarihte yerini almıştır.

Moğol istilasından kaçıp Türkistan’ dan Anadolu’ ya gelen Babai tarikatının kurucusu olan Baba İlyas’ ın torunu olan Aşıkpaşa Kırşehir ilinde doğup burada ikamet etmiştir. Aynı zamanda tımarlı sipahi olan Aşıkpaşa mutasavvıf bir aile geleneğini devam ettirmiştir.

Aşıkpaşa o dönemde konuşulan önemli diller olan Arapça, Farsça ve Ermenice dillerini iyi bildiği halde Garibname adlı eserini bir başkaldırış olarak yazdığı için türkçe yazmıştır. Esere Garibname adını vermesinin sebebi ise o dönemde türkmenlerin mazlum olduğunu belirtmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Daha fazla

Ağlamayan Göz Ne Gerek Bana!

Şimdi dokunun bana, şimdi ağlayayım …
Söz veriyorum bin âh işitmeyeceksiniz.
Dokunsanız ağlarım, istediğim de bu zaten.
N’olur dokunun bana, derdimi dökeyim sağa sola …
Bu sefer gözlerim konuşacak, döktüğü yaşlarla …

Hıçkırırarak değil, sessizce bir köşede ağlayayayım.
Yeter ki dokunun bana, dokunun da sebep olsun.
Asıl sebeplerin gücü yetmiyor ağlamama,
Dostun dokunması sebep olmazsa …
Onun için n’olur dokunun bana, dokunun da ağlayayım.
Dokunsanız ağlarım, yüreğimi falan dağlarım …
Dağlanmamış yürek ne gerek bana …

Sağ gözüm yaşardı, sol gözüm tereddütte,
Ağla ulan işte, sende ağla, nazın kime?
Zaten tereddüt değil mi şerefsizlik yapan …
Gözlerimi bakmasınlar diye kışkırtan…
Cesur olun ulan, ağlanacak yerde ağlayın!
Gülünecek yerde gülün, ama şimdi ağlayın!
Hem ağlamayan göz ne gerek bana! Daha fazla

Şimdi BARIŞ Olsaydı!

2 Ocak 1943′ de İstanbul’ da dünyaya Barış geldi.  İnsanların sevdiği, saygı duyduğu bir sanatçı gelmişti dünyaya. Japonya’ dan Amerika’ ya kadar, dünya daki her milletin sevgisini ve takdirini kazandı. Kara Sevda dedikleri bu olmalıydı. Türkiye’ nin dışarıdaki en iyi elçilerinden biriydi o.  Barış Manço 80-90 arasında dünyaya gelmiş tüm çocukların da en sevdiği ağabeyleriydi. Diş fırçalamayı, süt içmeyi, insan olmayı öğreten bir ağabeydi. Öyle işlemişti ki içerimize, onsuz bir haftasonu olamazdı. Haftasonları sabahında kahvaltı yaparken onu izlerdi o çocuklar.

Televizyonun temiz tarafıydı Barış Manço. O dokunabilecek kadar yakın ve sevgi duyulandı ama o kadar da büyüktü ki ulaşılamaz bir dağ tepesi gibi mağrurdu. Babannemizi daha çok sevdik Süper Babanne ile, Eşekler arkadaşımız oldu Arkadaşımız Eşek dedik onun dilinde, Okumayı onla öğrendik ve hayvanları tanıdık sayesinde, armudun iyisini ayılar yermiş meğer.Hasta olduğumuzda nane, limon kabuğu, bir tutam da zencefili karıştırıp iyileşmeyi öğretti bize. Domates, biber, patlıcan en güzel onun söylediği gibi bir arada söylenirdi. Paylaşmayı öğretti “Yediden Yetmiş Yediye” Acıhda Bağa Vir diyerek. Kol düğmelerimizi iliklerken aklımızda hep o oldu. Gül Bebeğim ve Gülpembe unutulur mu hiç? Bayram sabahlarında uyandı çocuklar erkenden, senin sözlerini dinleyip “Bugün bayram erken kalkın çocuklar” demiştin ya, en güzel giysilerini sen söylediğin diye giyindiler. Daha fazla

Şeytanın Kölesi Filmi Fragmanı Yayınlandı!

Çekimleri Kırşehir ve Kayseri’ de gerçekleştirilen ve Abdullah Düğer tarafından senaryosu yazılıp yönetilen Kara Mizah tarzı sinema filminin fragmanı da facebook üzerinden yayınlandı. Sinema filmi sponsorsuz olması ve film ekibinin tamamına yakınının Ahi Evran Üniversitesi öğrencilerinden oluşması ile dikkat çekiyor. Filmin çekildiği mekanlar ise daha bir ilgi çekiyor. Filmin Fragmanını facebook üzerinden buraya tıklayarak izleyebilirsiniz …

Kanamalı Bir Toplum İçin Kan Aranıyor

Gazetelerden kan sızıyor
Ekranlar kanlı
Kan gövdeyi götürüyor
Yollar kan gölü yollar kan revan
Kan denizi dinlemiyor aman

Kanlı gözyaşları döküyoruz çaresizliğimize
Kan oturmuş gözlerimize…
Nereye saklayacağımızı bilemiyoruz kanlı ellerimizi
Dinmiyor hiç umduğumuz dağlara yağan kar
Bitmiyor sağımızdaki solumuzdaki uçurumlar
Çenemize kadar kana battık
Her taraf kan içinde ama
Bulunamıyor bir türlü toplumu sağlığa kavuşturacak kan… Daha fazla

Yitik Bir Aşk’ a Mektuplar!

-1-

Yitirdik..
Bazı şeyler uçup gitti ahşap penceremden..Rüzgar alıp götürdü hatıralarımı.. Pencereyi kapatmaya çalıştıkça sanki senin elin engel oldu kapamama. Yere yığıldım, hareket edemedim. Aslında çok istemiştim biliyor musun, bulutların üzerine doğru giden hep senle olma hayalimi yakalamayı.. Bir kısmı gitmemiş ama sanki..

Yaşarken biteceğini bilmemek ne acı değil mi? Belki de hayatımızı yaşanılır kılan bu.. ölümü beklemek gibi.. ölümü beklemek saçmalıktır! Belki de bir süre saçmaladık senle… Daha fazla

Merhaba Katil!

Merhaba en azılı günlerimin firari katili,
Sen yokken şiirler, şarkılar yazdım sana dair, senle ilgili
Şehir sokaklarında dolaştım, kaldırımlarda aradım seni.
Sen ise üzerime yağdın, sevdalı yağmurlar çiseledi seni.
Sen sevdalı yağmurların çiselediği ıslaklıktın…

Gözlerin miydi gökyüzü, yoksa gökyüzü gözlerin miydi.
Bakamadım, gözyaşların gözüme akıyordu… bakamadım…

Şimdi nerdesin nerelerdesin, hangi masum günlerin izindesin?
Katlettiğin günlerimin cezasını hangi zindanlarda çekmektesin ?
Yoksa masum günler katletmeye devam mı etmektesin? Daha fazla

Hayata Mektup!

Merhaba Hayat!

Seni yaşamak zorundayız, sende bize biraz iyi davransan … Biraz daha makul olsan ne olur? Hayat seni mahvetmek istiyorum bazen, sana olabildiğince zarar vermek istiyorum. Ama bir bakıyorum ki; aslında zararı kendime veriyorum. Bu kadar kahbesin bazen…

Karşımda bir silüetin bile yok, küfürler edecek, yumruklar vuracak, zarar verip bir parça hıncımın alınmasına katkıda bulunacak bir silüetin bile yok… Daha fazla

Lokomotif

Günün birinde bu dünyaya gelmiş bir çocuk vardı. Bir yıldaki 365 günden birinde doğmuştu. Hangi gün doğduğu, şu an pek önemli değil. Yaşaması, hayata bir yerden tutunması gerekiyordu. Çünkü hayat, yakıtı bir süre sonra biten bir lokomotifti ve insanlar bu trene bir şekilde bağlıydılar. Kimisi ip ile, kimisi halat ile kimileri de ancak toplu iğne deliğinden geçebilen incecik dikiş ipliği ile bağlıydılar. Ve tren sürüklüyordu. Sıkı tutunup trende iyi bir yer bulabilen rahat yaşıyordu, koltuklarına oturabilen ise deyim yerindeyse ‘kral gibi’ idi. Trenden hiç beklenmedik zamanda erkenden düşenler oluyordu. Daha fazla

Şeytanın Kölesi

Türkiye’ nin tam ortasında, İç Anadolu’ nun da ortasında, Kayseri ve Kırşehirde yeni bir sinema filminin çekimlerine başlandı. İşin ilginç tarafı bu film sponsorsuz, desteksiz bir biçimde Ahi Evran Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği Bölümü 2. Sınıf öğrencilerinin tamamen kendi imkanları ile çekime başlandı.Filmin yönetmeni, oyuncuları ve tüm ekibi Ahi Evran Üniversitesi öğrencisi. Kara mizah tarzındaki filmin senaryosu Abdullah Düğer tarafından yazıldı, Abdullah Düğer aynı zamanda filmin yönetmeni. Daha fazla

Previous Older Entries